Türkiye’de hukuk devleti kavramının yerleşmesinin çok da kolay olmadığını her gün yaşanan örnekler bir kez daha ortaya koyuyor, hatta bırakın ortaya koymayı, bu hiç de hoş olmayan bu gerçeği adeta gözümüze sokuyor.
Hukuk ya da daha evrensel bir içerikle hukuk devleti kavramı da şurada ya da burada üretilen bir kavram; isterseniz, bu kelimeye alışmak kolaysa hukuk da üretilen diğer mal ve hizmetler gibi bir şey.
Ve hukukun da üretilmesi için, nasıl bir malın ya da hizmetin üretilmesi için o mal ya da hizmete talep olması gerektiği gibi, hukukun da talep edilmesi gerekiyor.
Talep edilmeyen bir malın üretilemeyeceği gerçeği kadar net bir gerçek de şayet bir ülkede hukuka olan talep çok güçlü değilse o ülkede hukukun üretilmesinin önünde de engelerin olacağı.
Son yaşananlar ve 301 konusu bizde de hukuk talebinin siyasetin gerisinde kaldığını gösteriyor.
TCK 301’inci maddenin de evrensel hukuk ilkeleriyle ne kadar çeliştiği ortada.
Maddenin gerekçesinde ‘Türklük’ kavramının hiç ama hiç hukuksal olmadığı, ‘dünyanın neresinde olursa olsun Türklüğe hakaretin suç oluşturması’ gibi mevcut anayasanın zaten çarpık tanımlanmış vatandaşlık kavramına bile aykırı değerlendirmelerin olduğu, yürütme erkinin bile doğru dürüst tanımlanamadığı, yürütme erkinin parçalarının birbirinden farklı değerlendirildiği bir yasa metninin evrensel hukuka uygunluğunu hukukçuların takdirine bırakıyorum.
Ama, 301 konusunda beni ziyadesiyle üzen ve itiraf edeyim biraz da ümitsizliğe sevkeden konu bu tuhaf maddenin kaldırılması ya da değiştirilmesi yönünde talebin ağırlıklı olarak bizim içimizden değil de Avrupa Birliği Komisyonu ve üye ülkelerden geliyor olması.
Doğrudur, bizim içimizden de bu maddeye yönelik muhalefet sesleri çıkmıştır, ama iyi görmek lâzım ki, bu sesler cılız kalmış ve yasanın gündeme gelmesine, değiştirilmesine neden olamamıştır.
Onuncu İlerleme Raporu’nda 301. maddeye yönelik eleştirilerin dozunun artması, bazı dosyaların müzakereye açılmasını engelleyeceğinin anlaşılması, Olie Rehn’in uyarıları doğrultusunda maddede değişiklik yapılması yönünde girişimler ülkemizde yeniden ciddi biçimde gündeme gelmiş ya da en azından tekrar siyasal gündeme oturmuştur.
Unutmayalım, 301. maddenin tuhaf yazılış biçimi Avrupalıların değil biz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ifade özgürlüğünü evrensel standartların dışında başka standartlar bazında sınırlamaya yönelik bir maddedir ve normali bu maddeye itirazın AB’den değil bizden gelmesi greğidir.
Bir zamanlar söylendiği gibi ‘uygulamayı görelim’ gerekçe ya da bahanesinin de ne kadar anlamsız olduğu da yargının son kararları ile ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Yargıda egemen hukuk zihniyeti ortadadır ve bu hukuk zihniyetini bugünden yarına değiştirmek ya da Avrupa’dan hukukçu ithal etmemiz olanaksız olduğu için yasama erkinin, bu maddenin hukuk sistemimize ve ülkenin geleceğine daha fazla tahribat yapmasını engellemek için hemen değişikliğe gitmesi, sistemin başka yerlerinde bulunan benzer maddeleri de ayıklaması ve olumsuz yorumlara kapı açabilecek muğlak yasa yazılımlarına bir son vermesi gerekmektedir.
Keşke, Avrupa Birliği Komisyonu bu kadar ısrarcı biçimde devreye girmeden biz kendi hukuk ve siyaset dinamiklerimizle bu sorunu çözmek konusunda aşama kaydedebilse idik.
Bir kez daha sistemimiz içinde bize, ülkeye onur taşımayan bir konunun ayıklanması onurunu dışarıya kaptırmış olmanın doğrusu utancını hissediyorum.
Bu konuda AKP’nin çekingen davranıyor olmasını da anlamak pek mümkün değil zira çok ama çok yakın geçmiş, 12 Nisan, 27 Nisan sözlü ve internet açıklamaları, 367 komikliği vs. hukukun ama evrensel hukukun bu partiye ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır.
Hukuk bir bütündür ve dün başka konuda gerekli olan hukukun yarın nasıl gerekeceğini kestiremeyebilirsiniz ve işte tam da bu nedenden, küçük siyasi hesaplara saplanmadan evrensel hukuku tüm kurum ve kuralları ile bu ülkeye yerleştirmek en çok AKP için gereklidir.
Star, 9 Kasım 2007
|