Hasan Cemal’in ‘Kürtler’ adlı kitabı ‘İşkence’ başlıklı bir bölümle başlar.
1928 doğumlu Felat Cemiloğlu, 1982’de Diyarbakır E Tipi Askeri Cezaevine konur.
O sırada 54 yaşında olan Cemiloğlu herhangi bir suç işlememiştir. Zaten sekiz ay sonra serbest bırakılacaktır.
Cemiloğlu o sekiz ayda yaşadıklarından çıkan sonucu Hasan Cemal’e şöyle özetler: “Eğer genç olsaydım, dağa çıkardım.”
Peki ne olmuştu da, 1977’de Adalet Partisinden belediye başkanı adayı olacak kadar rejime bağlı Cemiloğlu böyle konuşmuştu?
İşte size o sekiz ayda yaşananlara ilişkin iki olay:
“Cezaevine geldiğimiz günden beri Co isimli köpekle devamlı muhataptık. Mesela sırayla Co’ya tekmil verdiriyorlardı. Co’nun karşısında, ‘Felat Cemiloğlu, Diyarbakır, emret komutanım’ tekmilini çok yüksek sesle ve topuk sesiyle veriyorduk. Co tekmili beğenmezse havlıyordu. Ve Co’yu memnun edemediğimiz için cezalandırılıyorduk.” (s. 26)
“Tek ayaküstünde, duvar dibinde duruyorum. Ceza! Ama bir süre sonra yoruluyorum. Ayağım düşüyor yere, tutunamıyorum. Emre itaatsizlik! Cezası: Duvarın dibinde, kanalizasyonun kapağını kaldırdılar, bir avuç b.k alıp ağzıma attım. Sonra, ağzımda pislik, hazır ola geçtim. Öylece duruyorum.” (s. 33)
Sonra ne mi olur? Cemiloğlu ağzındaki tüm dişleri çeker, iple bir arkadaşına çektirir. Çünkü “temizleyememiştir x” dişlerini. O hissi bir türlü atamıştır ağzından.
Bunlar tahammül ötesi işkencelerden sadece ikisi. Normal bir insan kitabın o bölümünü midesi takla atmadan okuyamıyor.
Diyarbakır Askeri Cezaevi gerçekten korkunç bir yerdi. Oradan “geçenlerden” genç olanları dağa çıkıp PKK’ya katıldı. İleri yaştakiler ise öylesine aşağılanmışlardı ki Nazi zulmünden kurtulan Yahudiler gibi uzun süre başlarına geleni anlatmadılar.
Bu suskunluğa aileleri de dahil... (...)
ABD askerlerinin Ebu Gureyb cezaevinde yaptıkları, fotoğraf çeker hale gelen cep telefonları ve internet sayesinde bütün dünyaya duyuruldu. İşkence yapan askerlerden bir kısmı mahkemeye verilip cezalandırıldı.
Ya Diyarbakır Askeri Cezaevindekiler? Kimi terör örgütleri, işkence yapanlardan birkaçını yıllar sonra öldürerek intikam almaya çalıştı.
Ama “ciddi ve kapsamlı” bir soruşturma ile olayın üstüne gidilmedi. Çünkü bunu yapması gerekenler zaten devletin tepesindeydi.
Bunca yıl sonra bazı doktorlar, akademisyenler, avukatlar, sanatçılar, “Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu”nu oluşturmak üzere bir araya geldiler.
Geçtiğimiz 12 Eylül günü, 1980-1984 arasında o cezaevinde bulunmuş kişilere ya da onları tanıyanlara “Gelin yaşadıklarınızı anlatın” diye çağrıda bulundular.
Diyarbakır Cezaevinin “dağa adam gönderme” istasyonu haline getirilmesindeki “siyasi sorumlu” 12 Eylül cuntasının başı olan Org. Kenan Evren’dir.
Evren bu konudaki sorumluluğunu reddediyor ve “Ben mi emir verdim” diyor.
Yani koskoca bir cezaevinin işkence merkezi haline getirilmesinden haberi olmadığını iddia ediyor.
Evren’in söylediklerine inanıyor musunuz? Ben inanmıyorum. Ama iş inanmak ya da inanmamakla olmaz. Evren’in ve diğer yöneticilerin “siyasi sorumlu” olmanın ötesinde bundan haberi olduğunu kanıtlamak gerek.
Bu da ancak yukarıda sözünü ettiğim kapsamlı bir soruşturma ile yapılabilir.
Ama Türkiye hangi geçmişiyle yüzleşti ki bununla da yüzleşsin?
Sabah, 9 Kasım 2007
|