Türkiye her önüne gelenin hayırseverlik kisvesi altında cami yaptırdığı, laiklerin canını sıkacak kadar çok caminin bulunduğu, ama cami tartışmalarının bir türlü bitmediği bir ülke malum. Kırılma noktalarımızdan biri Taksim’e yapılacak cami ve karşı çıkanların ortak kaygısı “Yeni bir camiye ihtiyacımız var mı” oluyor. İslamcı kesim de ister istemez kişi başına düşen cami miktarını istatistik olarak sunuyor insanların gözünün önüne.
Ancak herkesin bildiği Taksim’e yapılması düşünülen caminin ibadete hizmetinden çok simgesel anlamı. Taksim, İstanbul’un en meşhur meydanı olarak kendini Atatürk Kültür Merkezi’yle, bir anlamda da laiklikle özdeşleştirmiş bir yer. Taksim’e cami, bu laiklik simgesine bir saldırı mı acaba?
Camiler belli başına birer sembol elbette. İstanbul’un simgesel önem bakımından en dikkat çeken camii ise Teşvikiye şüphesiz. Kentin en zenginlerinin yaşadığı bir semtin arasına sıkışmış, bir tür meydan işlevi gören caminin en önemli özelliği buradan kaldırılan cenazaler.
Yıllarca Sabetayist cenazelerinin kalktığı cami olarak ünlenen Teşvikiye aynı zamanda bir statü sembolü. Diyelim ki Anadolu yakasında yaşıyor birisi, ama yine de cenazesi Teşvikiye’den kalkıyor. Türkiye’yi yöneten sınıflar, elitler son yolculuklarına Teşvikiye’den uğurlanmayı tercih ediyor. Cenaze töreninin farklılığından değil, Teşvikiye Camii’nin simgesel anlamından dolayı.
Ve, evet, Türkiye’nin yeni bir camiye ihtiyacı var. Çünkü Teşvikiye artık bu yoğunluğu kaldırmıyor. Daha da açık söylemek gerekirse modern bir Beyaz Türk camiidir yapılması gereken, Teşvikiye’ye alternatif.
Geçenlerde, Nişantaşı’nda bir restoran sahibiyle konuşuyorduk, masada biraz da patavatsızca belki şu tespit yapıldı: “İyi bir cenaze olduğunda sizin orası çok güzel oluyor.”
Yersiz, belki saygısız bir yorum şüphesiz ama doğruluğu da bir o kadar kesin. “İyi biri”den kasıt cenazesine çok farklı insanların katıldığı, kuvvetli, medyatik, konumlu biri şüphesiz. Bu cenazeler artık herkesin fark ettiği üzere bir kokteyl olarak geçiyor ve gelenler ölüyü uğurlamaktan çok birbirleriyle sosyalleşmeyi tercih ediyorlar. Ardından da çevredeki çeşitli cafelere yayılıyorlar.
Ufuk Güldemir’in cenazesinin ardından Brasserie bir medya zirvesine ev sahipliği yapmıştı. Erdal İnönü’nün ardından günümüz iktidarının figürleri Saray Muhallebicisi’nde buluştu.
Başkalarını görme telaşından ilgili ilgisiz herkes de bu cenazelere geliyor, kokteyl ruhunu paylaşıyor.
Çığrından çıkan cenaze kalabalığı haftaiçleri Nişantaşı’nda hayatın durmasına yol açıyor. Acil bir durum olsa semtte kilitli kalırsınız.
Başta Mehmet Şevket Eygi olmak üzere İslam uzmanı pek çok kişinin de işaret ettiği gibi maalesef günümüzde dinin simgelerinin Türkiye’deki yansıması estetikten epey yoksun. Her isteyen cami yapınca ortalığa müthiş bir mimari kirlilik de çıkıyor, bunun önüne geçilemiyor. Aynı durum müezzinler açısından da geçerli: İyi ezan okuyamayan, ezanın ruhunu yansıtamayan dolayısıyla da yaptığı işe saygı duymayan müezzinler İstanbul’da müthiş bir gürültü kirliliği yaratıyor.
İstanbul’a yapılacak yeni bir cami Türkiye’deki İslam’ın algılanışa da katkıda bulunacak, modern bir yorum olmalı. Bu ülkenin laik yapısının simgesi olacak, mimarisiyle, kullanışlı olmasıyla, müezzinleriyle de ön planda olmalı. Ama yeri Taksim olsun da demiyorum, bu caminin yapılabileceği, geniş alana ve ulaşıma sahip bölgeler var İstanbul’da. Oralar değerlendirilmeli ve İstanbul modern camiiyle de dünyada tanınmalı.
Kartal’daki kentsel dönüşüm projesinden sorumlu Iraklı mimar Zaha Hadid’in 2000 yılında tasarladığı ve henüz hayata geçmeyen bir cami projesi var mesela. Hadid, alışılageldik bütün kalıpları yıkarak yepyeni bir ibadet alanı tasarlamış. İçinde kütüphanesi, salonu, hatta ana okulu da bulunan bir cami. İbadet alanı ise yerden bir kat yukarıda.
Böylesi bir caminin İstanbul’a getireceği katma değeri düşünün. Hem uluslar-arası alanda hem de gündelik hayatımız bakımından.
Akşam, 6.11.2007
|