Türkiye’de yakın tarihin en kritik döneminde Genel Kurmay Başkanlığı yapan bir komutan, Fikret Bila’nın kendisiyle yaptığı mülakatta ilginç tespitlerde bulunuyor. “Irak’la hududumuz dağların zirvesinden geçiyor. Bu, İngiltere’nin yaptığı bir iş. Bir yerde İngiliz parmağı varsa dikkat edeceksiniz. Bence adamlar, ileriyi düşünerek, ileride sorun çıksın diye sınırı dağların zirvesinden, kontrolü çok zor bir coğrafyadan geçirmişler. (…) Suriye hududumuz da yine ilerisi düşünülerek çizilmiş. Suriye hududu öyle bir çizilmiş ki, bizim topraklarımıza doğru bir girinti yapıyor. Ve bu girintide Suriye petrol çıkarıyor. Sınırın bizim tarafında ise petrol yok. Petrol alanı hesaplanarak çizilmiş hudut. Bunu bilinçli yapmışlar.”
Doğrusu asker gözüyle yapılan bu jeopolitik tespit pek çok tarihi gerçekleri de tartışmaya açıyor. Tersinden okursak, kurgulanmış tarihin adeta dogmaya dönüştürüldüğü bir memlekette askeri anlamda yüz yüze gelinen bazı gerçekler, yaşanan sorunlar bu kurguyu unutturup resmi tarih söylemini tekzip ettiriyor. Misak-ı Milliden Lozan’a uzanan resmi tarih söylemi ile tecrübe edilen gerçekler arasındaki mesafenin saklanamaz bir itirafı aslında bu tespitler.
Tarih boyunca hiçbir zaman bu kadar birbirinden koparılmamış olan, fiziki ve demografik coğrafyada, kutsanan ulus devlet adına tartışmasız benimsetilen, çizen siyasal hat ilk kez bu düzeyde bu kadar açıkca tartışmaya açılıyor.
Askeri ve siyasi anlamda, devletin bu sınırların ne kadar tutarsız olduğunun bilinmemesi mümkün değil. Ancak, dış politika, askerlik gibi sadece devlet seçkinlerinin tartışabildiği, fikir ve söz sarfetmeye yetkili olduğu konuların uluorta tartışılması rejim açısından tehlikeli bulunarak vatandaşın gündeminden uzak tutulmaya çalışıldığı da aşikar.
Emekli komutanın işaret ettiği husus, biraz tarih, biraz jeostrateji bilen, bölgenin kültürel yapısından biraz haberdar olan herkesin görebileceği bir gerçek. Tarih boyunca Osmanlı sınırı ya Bağdat’a kadar inmiş ya da Diyarbakır’a kadar geri çekilmiştir. Şimdi olduğu gibi orta yerde tutunabilmek mümkün değildir. Halep-Antep tarihlerinin hiçbir döneminde Osmanlı sonrasında olduğu kadar birbirinden kopmamıştır. Bu gerçekler artık gizlenemeyecek kadar açık. Hiçbir askeri, kültürel ya da jeostratejik gerçekliğe tekabül etmeyen bu sınırlar ulusdevleti kutsamak adına tartışma konusu bile yapılmadığı gibi idealize edildi yıllarca.
Eski komutanın yaptığı tespitler arasında bence en önemli cümlelerde biri şu: Bir yerde İngiliz parmağı varsa dikkat edeceksiniz.
Evet, Birinci Dünya Savaşına kadar dünya siyasetini belirleyen küresel güç olarak İngiltere’nin özellikle postkolonyal dönemdeki Asya ve Afrika’daki uygulamaları bizim Suriye-Irak sınırındakine benzeyen potansiyel çatışma alanlarıyla doludur. Dönemin küresel gücü olarak İngiltere’nin, kolonyal dönemden kalma birikim ve reflekslerinin başka türlü sergilemeleri şaşırtıcı olurdu. Terk ettiği her yerde potansiyel anlaşmazlık ve çatışma alanları oluşturmakta mahir İngiliz Hariciyesi artık sinsi ayak oyunlarıyla hegemonyasını sürdürecektir. Keşmir’de, İran-Irak sınırında, Filistin meselesinden İsrail meselesine kadar pek çok uluslararası anlaşmazlık ve çatışma bölgelerinin tükenmiş İngiliz gücünün açgözlülüğünün marifeti olduğuna şüphe yok.
Yalnız, burada atlanan, görmezlikten gelinen başka fay hatları da mevcut. Ulusal sınırları belirleyen çizgi Ortadoğuyu parçalayan fay hattından ibaret değil. Mevcut sınırlarımız yıllarca bizi Ortadoğudan yani İslam dünyasından ayırmakla kalmamış ayrıca düşman kılacak çatışma noktalarının stratejik mayın gibi sınırlar boyu döşendiğini yeni görebiliyoruz. Ortak bir çizgi olmaktan çok ortak tarih yazdığımız kavimlerle bizi ayıran duvar olmuştur.
Bu sınırın çiziliş hikayesini bu zamana kadar kutsayanların görmedikleri asıl fay hatlarının sınırın bu tarafı için geçerli oluşudur. Dönemin hegemon gücü olarak Britanya’nın sınırları çizerken döşediği stratejik mayınların daha tehlikelisi siyasal, kültürel ve iktisadi olarak memleketin içine döşenmiş olmasıdır.
Sınırdaki fay hattını görenlerin, en azından önemli bir kısmının, memlekette derin fay hatları açtıklarından bihaber olmaları sizce bir şey ifade etmiyor mu? Mesela, 28 Şubat gibi memlekete laiklik-irtica ekseninde fay hattının oluşumuna sebep olanların bu gerçeği görmeleri için üzerinden 80 yıl geçmesi mi gerekecek? “Bir yerde İngiliz parmağı varsa dikkat edeceksiniz” tespitini yapabilenler, kendi dönemlerinin hegemonunun kışkırtmasıyla memleket içinde derin çatlaklar açılmasına neden olmuşsa bunun hesabını kim verecek? Evet, sadece bir yerde İngiliz parmağı varsa dikkat edeceksiniz demek oyuna gelmeyi engellemiyor. Mesela bir yerde Amerikan parmağı varsa?
Yeni Şafak, 6.11.2007
|