Anlaşılıyor ki PKK, Türkiye’nin Kuzey Irak’a müdahalesinden çekinmiyor; tersine bunu tahrik ediyor.
Bunun Türkiye’yi iki alanda zor durumda bırakacağını düşünüyor:
Önce müdahale edeceği coğrafyada...
Kuzey Irak’ta bir işgalci güç konumuna düşmesi, Barzani ile karşı karşıya gelmesi, günlerdir mitinglerle tırmandırılan Türkiye karşıtı ortamın pekiştirilmesi amaçlanıyor. Bunun, Türkiye sınırları içindeki Kürt nüfusta da tepki yaratması ve bir ayrılığa kapı aralaması bekleniyor.
İkincisi, dünya ve özellikle Amerika nezdinde, Ankara’nın zor durumda kalması planlanıyor. Haklılığını anlatmakta zorlanan Türkiye’nin dünyadan tecrit edileceği, yalnızlığa itileceği umuluyor. PKK, tezkereden 4 gün sonra böylesine kapsamlı bir saldırı yaparak “Haydi, girin” diye meydan okuyor.
PKK’nın stratejisi buysa, saldırıların tırmanarak süreceğini tahmin etmek kehanet olmaz.
***
Buna karşı içeride durum ne?
Tam bir şaşkınlık hali...
Pazar sabahı Ankara suskunluğa bürünmüş gibiydi.
Terörle yaşamaya alışmış İsrail türü ülkeler, saldırıyı izleyen bir kaç saat içinde sert tepki verirken Ankara’da gün boyu askeri bir mukabele şöyle dursun, bir hükümet açıklaması bile yapılamadı.
Resmi yetkililerden, tepkiyi bırakın, duruma dair bir izahat bile gelmeyince de her kafadan bir ses çıktı.
Daha dün, tezkereden sonra, “Bak sert çıkınca nasıl sindiler. Tezkerenin T’si yetti” diyenler, öyle sert çıkmakla sonuç alınamadığını görünce bu kez de “Ne duruyoruz!” diye bağırmaya, askeri kışkırtmaya başladılar.
Böylece silahlı kışkırtma, iç kışkırtmayı tetikledi.
***
Eğer PKK’nın planı, başta söylediğim gibi, Türkiye’yi yabancı bir ülke toprağında, bütün dünyayı karşısına alacağı bir operasyonda batağa gömmekse, öncelikli hedef bu tuzağa düşmemek olmalıdır.
Türkiye, gözünü büyük sınır ötesi hedeflere dikmeden önce, kendi toprağındaki bu türden kanlı saldırılara engel olmanın yolunu acilen bulmalıdır.
Önceki gece düşülen pusunun bin beterinin sınır ötesinde orduyu beklediği unutulmamalıdır.
***
Temel sıkıntı, Türkiye’nin kapsamlı, kararlı, etraflı bir Kuzey Irak politikasının hâlâ- olmaması... Türkiye’nin bölgeyle ilişkisini, hâlâ Amerika ya da Bağdat üzerinden kurmaya çalışması...
Bu politikasızlık yüzünden Türkiye, bölgede inisiyatif alan, gidişata yön veren, akışı belirleyen taraf olamıyor; tersine gelişmelerin peşinde sürükleniyor; refleks şeklinde tepkiler veriyor.
Her yönden zorlu bir askeri operasyon için silah doldurmadan önce bu politikanın oluşturulması ve çok yönlü siyasi manevralar yapılması gerekiyor.
Diplomasi de ne yazık ki siyaset gibi devre dışıdır.
Orada da ön alamayan, olayları geriden takip eden, tepki vermekle yetinen bir Türkiye görüyoruz.
Hem ABD’ye rest çeken, hem onun himmetine sığınan bir Türkiye...
Barzani’ye önce pasaport verip sonra düşman ilan eden bir Türkiye...
İran’la yakınlaşıp ABD tepki gösterince geri adım atan bir Türkiye...
***
Bu belirsizliğin oluşturduğu tavırsızlık, öfkeli kitlelerin baskısıyla ülkeyi büyük maceralara ya da iç çatışmalara sürükleyebilir.
O yüzden hükümetin itidalini koruyarak ve askeri gücü bir baskı kartı olarak elinde tutarak, bir an önce kapsamlı bir siyaset oluşturması ve buna uygun diplomatik adımlar atması zorunludur.
Hükümet bunu yapamaz da olayların akışında sürüklenmeye devam ederse, bu sel onu da götürür.
Milliyet, 22.10.2007
|