Ne olduysa oldu ve anayasa değişikliği sonunda o bildik konuya takıldı kaldı: Türban... Komisyon tarafından hazırlanan metinde uzaktan da olsa konuya en küçük bir değinme bulunmadığı halde, Sapanca Toplantısı sonrasında yazılıp çizilenlere bakıldığında, ‘yeni anayasa’ çalışması ‘türban’ konusuna indirgenmiş görünüyor...
Bu noktadan sonra söylenebilecek tek bir şey var: Hayırlı işler...
Türkiye’nin ihtiyacı olan ‘bugünün ruhunu yansıtan’ yeni bir anayasadır; yeni, yepyeni bir anayasa... Mevcut anayasa, 1982 yılında kabulünden hemen sonra başlayarak pek çok kez elden geçirildi ve maddeleri değiştirildi. Yeni anayasa hazırlığını yürüten komisyonun tartışmaya açılan metni, ‘yeni, yepyeni’ beklentisine cevap vermek yerine, mevcudun başka bir ‘revizyonu’ durumunda. Eskisi gibi ayrıntılara boğulmuş uzun bir metin hazırlanmış; her maddesini 1982 Anayasası’ndaki benzer bir maddeyle karşılaştırabiliyorsunuz.
Daha önce de yazmıştım: Komisyonun ‘yöntemi’ kötü. Daha yola çıkarken ‘yeni, yepyeni’ bir anayasa yapmayı değil eldekini günümüze uydurmayı düşünmek hiç iyi bir fikir değil çünkü.
‘Bugünün ruhunu yansıtan’ bir anayasa, temel hak ve özgürlükleri garanti altına alan, devletin bireyle ilişkilerini birey-eksenli düzenleyen bir metin olmak zorunda. Cumhuriyet yönetimini benimsemiş bir devletin niteliklerini ‘sosyal mukavele’ esasına göre belirler ve her birini geniş bir demokrat görüşle tanımlarsanız, yaşayabilir ve yaşatılabilir bir anayasal sisteme kavuşabilirsiniz. Bundan sonrası gerçekten de teferruattır; sözgelimi YÖK’ün nasıl çalışacağını, RTÜK’ün hangi konulara yoğunlaşacağını belirlemek anayasanın değil yasaların işidir.
Türban veya üniversitelerde eğitim ve öğretim özgürlüğünün boyutları konusu da öyle...
Ülkemiz temel hak ve özgürlüklerin ancak yasalarla sınırlanabileceğini açıkça kayıt altına almış bir anayasaya sahip; 1989 yılında çıkarılan ve halen yürürlükte olan bir yasa, üniversite ve yüksek okullarda kılık kıyafeti ‘serbest’ bırakıyor. Oysa, hepimiz biliyoruz, üniversite ve yüksek okullarda keskin bir kıyafet kısıtlaması var ve genç kızların başörtüsüyle okula gelmesi, derslere girmesi yasak. Sözün kısası şu: Yasayla serbest bırakılmış bir anayasal hakkın gaspı söz konusu ülkemizde...
Benzer bir düzenleme yeni anayasa metnine konulursa keyfi uygulanan yasak ortadan kalkar mı? Mantık olarak kalkması lâzım; yasak uygulaması bir Anayasa Mahkemesi kararına dayandırılıyor ve Anayasa Mahkemesi yasaları anayasaya uygunluk yönünden inceleme göreviyle sınırlı; anayasayla ‘serbest’ bıraktığınızda kılık-kıyafete ilişkin bir düzenlemeye bakamaz hale geliyor Anayasa Mahkemesi... YÖK yönetimi ve bazı rektörler, bu sebeple, konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürecekleri tehdidini savuruyorlar.
Başka vesilelerle yazmıştım, tekrarlamaya utanıyorum, ama gerçek şu: ‘Türban’ uluslararası boyutlara sahip, bizim sandığımızdan daha çetrefil bir konudur. Türkiye’deki yasakçı zihniyet Avrupa’da kendilerine destek bulabilecek durumda bugün; arada bir biçimde irtibat bulunduğunu asla göz ardı etmemek gerekiyor. Başörtüsü yasağını “Ben yaptım oldu” zihniyetiyle aşmak zor.
İlelebet kalacak mı bu yasak? Elbette kalmayacak ve bunu sağlamanın yolu da ‘yeni, yepyeni’ bir anayasadan geçiyor: öyle ıncığı cıncığına kadar her konuyu kapsam alanında görmeyen, hak ve özgürlükleri önceleyen, bireyi devletin önüne koyan bir anlayışı yansıtan ‘yeni, yepyeni’ bir anayasa... Her demokratın, her özgürlük âşığının gönül rahatlığı duyarak bütün gücüyle savunmayı görev bileceği türden...
Her güzel gelişmeyi önyargı kıskacına alarak daha baştan yaralayan, sonuçlanmasını imkânsız hale getiren bir atmosfer var ülkemizde; Pavlov’un deneyinde olduğu gibi her gelişmeyi etki-tepki tetiklemesiyle devre dışı bırakmak çok kolay. Siz ‘yeni, yepyeni’ yerine eskisinin revizyonu bir anayasayla kendinizi sınırlarsanız, onu akamete uğratmak için ‘türban’ sözcüğü bile tek başına yeterli olur.
Metni hazırlayan komisyon “Bize yeni, yepyeni bir anayasa yapın” talimatıyla farklı bir metin hazırlamaya geri gönderilsin.
Yeni Şafak, 19.9.2007
|