Sivil anayasa etrafında kopartılan yayga-ralara bakan biri, yeni anayasayı ‘milli görüş teşkilatı’ yapıyor zannedebilir. Niyet okuma ve kurulu lekeleme çabası ‘... Türkiye’de başka hukukçu mu yok? Hayır, bu heyetin, AKP’nin milli görüşüne uygun şekilde bir taslak hazırladığı anlaşılıyor!’ noktasına kadar gelmiş durumda. (Rahmi Turan/17.09.2007/ Hürriyet)
Oysa, sivil anayasayı hazırlayan kurulun başında yer alan Prof. Dr. Ergun Özbudun, Refah Partisi kapatılma kararına itiraz için AİHM’ye başvurduğunda Türkiye’yi savunma görevini üstlenmiş bir isimdir. Kurula milli görüş gömleği giydirmeye çalışanları bu ‘sicil’ bile kesmiyor ne gariptir ki. Refah Partisi’ni kapattıran kararı savunmayı üstlenmiş birinin vukufiyeti, yeni anayasa çalışmalarının AKP’nin dümen suyuna girmeyeceğini gösterecek denli sağlam bir delil değil midir? Normal şartlar altında son derece tatsız sayılması gereken bu verinin, ülkemizin olağanüstü koşullarında, AK Parti’yi Refah’ın devamı gibi görüp içine sindiremeyenleri biraz olsun teskin etmesi gerekirdi; lakin bu bile olmuyor. Tutarsızlığın bile tutarlı olduğu anlar vardır, bu ülkede o bile mümkün değil. Acaba sebep, mütedeyyin kesime hitap eden medyanın söz konusu ‘sivil anayasa’ karşısındaki genel sessizliği ve bu sessizlikten mülhem ‘onay’ mı? Yani ‘onlar onayladığına göre, bu kesin ‘korkunç’ bir şeydir’ denklemine mi ayarlı kimin bu yasaya taraf olup olmayacağı? Eğer böyleyse sahiden, yaşımın tutmayacağını bile bile ‘kamplaşmanın eski tadı yok’ demek isterim. Öte yandan söz konusu sessizliğin merak uyandırmaması da imkânsız. Çünkü birilerinin AK Parti’nin gizli ajandasına hizmet etmek üzere hazırlandığına çok emin olduğu anayasanın bazı ‘yeni’ maddeleri en çok kendisine İslamcı, müte-deyyin ya da dindar diyecek kimselerin hayat alanını daraltıyor.
Sizi bilmem; ama doğrusu hayati önem arz eden 24. maddenin mevcut haliyle yeni halini kıyasladığım zaman ‘Ahmet Necdet Sezer’e neden o kadar kızmıştık?’ demekten kendimi alamıyorum.
Mevcut 24. maddeyi herhalde hepiniz az çok bilirsiniz. Hani şu, “Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir” diye başlayan, devamında söz konusu hürriyetin kapsamını tanımlayan, zorunlu din eğitimini düzenleyen ve laik hukuk devletinin bekâsını temin için kimi tedbirler öngören madde. (Bu noktada kitaba bakılsın, kitabı olmayan Google’da aratsın.)
Prof. Dr. Ergun Özbudun ve heyetinin önerdiği yeni 24. maddenin ilk iki fıkrası mevcut ve hak ve hürriyetlere “... Kimse dinî inanç, düşünce ve kanaatlerinden ve bunları değiştirmekten dolayı kınanamaz, suçlanamaz ve farklı bir muameleye tabi tutulamaz.” açılımı sağlamanın ötesinde bariz bir değişiklik getirmiyor. Din derslerini zorunlu olmaktan çıkaran 4 fıkra ve devletin temel düzeninin dinî kurallara dayanamayacağını deklare eden 5. fıkra alternatifleri şimdilik konu dışı kalsın.
Zira, hiç alternatifsiz olmasına bakarak tüm keskinliği ile yeni 24. maddede yer alacağı kesin gibi görünen bir 3. fıkra var ki, durum ancak ‘eliyle verdiğini kürekle geri alıyor’ benzetmesiyle karşılanabilir. Muhtemel 3. fıkra şu: “İbadet ve dinî ayin ve törenler, kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlakın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması amaçlarıyla sınırlanabilir.”
Bu fıkranın, devletin, kamu düzeninin korunması için toplumun inancına ve dinî ha-yatına müdahale edebileceğini söyleyen 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in o çok infial uyandıran cümlelerinden ne farkı var? Sezer’in şifahen sarf ettiği cümleler karşısında yeri göğü inleten eküri, vakit girdiği için parkta, çimenlerin üzerinde namaza duracak olan adamı derdest etmeyi mümkün kılacak söz konusu fıkrayı şimdi göz göre göre görmezden geliyorsa, gerçekten ayıp ediyor...
Sorun her iki tarafın da bu yasanın ‘AK Parti’nin ‘dümen suyunda’ yapıldığına kâni olmuş olmasında herhalde. Ve herhalde, daha vakit olduğuna göre epey tartışılması gerekir; içinden bu kadar çok ‘kamu düzeni’ bu kadar çok ‘milli güvenlik’ bu kadar çok ‘genel ahlak’ geçen bir yasanın ne kadar sivil, ne kadar özgürlükçü olabileceği...
Zaman, 19.9.2007
|