Vaktiyle yönetilen ezilmiş yığınların, ekonomik tablolarda ortaya akrep kuyruğu gibi çıkan çaresizliğini dillendirmek, “Allahsız bir komünist” olmaktı.
* * *
Şimdiyse ne olmuşsa olmuş, aynı yığınlar; siyasal bir egemenliğe doğru uzandıklarında, “laiklik düşmanı” olmakla suçlanmaya başlamıştı.
* * *
Laiklik de bir garip laiklikti.
Ne Yahudi, ne Gregoryan, ne de Ortodoks bir vatandaş; Hazine’den geçinmeli bir bürokrat olabiliyordu.
Üstelik bir ırkçılık koşullanmasıyla, eski Osmanlı azınlıklarının küçümsenip horlanması da çok yaygındı...
İşte birkaç örnek:
Tatar Tatar, iki gider bir kıç atar.
Arnavuti zoti...
Korkak Yahudi...
Kuyruklu Kürt...
Ermeni tohumu...
Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü...
* * *
Şükrü Saracoğlu’nun başbakanlığı döneminde, azınlıkların üstüne çeki taşı gibi bindirilen “varlık vergisi” ile, vergiyi ödeyemeyenlerin Aşkale’de taş kırmaya gönderilmesi; pek mi bağdaşıyordu Cumhuriyet’in “laiklik” ilkesiyle?
Ne çare ki, bu tür uygulamalarla; mikrofonlardan fışkıran “çağdaş bir hukuk devleti” olma övünmelerini karşılaştırmaya kalkmak da, “vatana ihanet” sayılmaktaydı.
* * *
“Yargısız idam” anlamına gelen “yerinde infaz” ne demekti?
“Düşman” tanımlanmasıyla, “suçlu vatandaş” tanımlaması arasındaki hukuksal fark neydi?
* * *
Bu tür konuları kurcaladığınızda, başınıza gelenleri en yakınlarınız bile yadırgamıyor:
- O da çok ileri gitti, diyorlardı.
* * *
Zaman zaman hâlâ daha özlediğim Turhan Güneş:
- Bizde, derdi; bir “ileri gelenler” vardır, onlar itibarlı kişilerdir; bir de “ileri gidenler”, onlar da cezalandırılacak kişiler...
* * *
Bu arada, ezilmiş yığınların yan bilincinde tomurcuklanmış olan şu deyimlere de bir bakın:
Etliye sütlüye karışma...
Suya sabuna dokunma...
Hem nalına, hem mıhına...
Ne şiş yansın, ne kebap...
Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık...
Ne yerde gez basıl, ne gökte gez asıl...
Düşenin dostu olmaz, hele bir yol düş de gör...
* * *
Bütün bu şeffaflıktan uzak, bir garip oligarşik yapılanmayla, varıla varıla nereye varıldı?
Birleşmiş Milletler İnsani Kalkınma Endeksi’ne göre; Danimarka ile Finlandiya’nın 96 basamak altına düşmeye...
1 ton buğday için 1000 ton su harcamaya...
Nüfusu İstanbul’unki kadar olan Hollanda’nın, tarım kesiminde çalışan 600 bin kişisiyle; tarım kesiminde 6 milyon kişinin çalıştığı Türkiye’yi, tarım ihracatında 7 kat geçmesine...
* * *
Politika üstüne yorumlar, öngörüler, uyarılar; hepsi tamam da...
Bütçenin, bakanlıklar arasındaki dengesiz mi dengesiz olan dağılımı, neden gündemlere hiç gelmiyor ki acaba?
Çok ileri gitmemek için mi?
(...)
Nedense bendenizin hoşuna gider, kimsenin kulak asmayacağı konulara kepçe uzatmak...
Neyse, nihayet ak sakallı bir baba ile gözlüklü, güleç yüzlü, başı bağlı bir annenin de; çocukları cumhurbaşkanı olunca, duydukları mutluluğa tanık olabildim sonunda...
Eh bu kadarı da yeter bendenize...
Milliyet, 30.8.2007
|