9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’le Yerel Siyaset Dergisi için yaptığım röportajda ilginç açıklama ve öngörüler vardı. Bunları dergi dışında kamuoyu ile çok fazla paylaşma imkânım olmadı. Gerçekten de Sayın Demirel’in siyasi duruşunu zorlayan açıklamalardı bunlar aslında.
Kendisine; “Türkiye’de merkez bürokrasi uzun zamandan beri yetkiyi devretme, yerelleşme ve kaynakların merkezden yerele dağıtımı noktasında bu yetkileri devretmekten kaçınıyor zaman zaman. Türkiye bu anlamda yerelleşme ya da yerinden yönetimi nasıl yakalayabilir?” diye sorduğumda şu cevabı vermişti: “Yakalayamaz. Yetkiyi devretmediğiniz müddetçe kör topal gider kendinizi aldatmış olursunuz. Birisine bir görev verdiğiniz takdirde ona yetki de vermeniz lazımdır. Yoksa işlemez. Türkiye’nin kurulduğu günden beri sıkıntısı merkeziyetçiliktir. Ve bu merkeziyetçilik hadisesi Türkiye’nin 1924 anayasasında da yer almıştır. Yani adem-i merkeziyetçilik olarak yer almıştır. Merkezden yönetim yerine yerinden yönetim yapacağız diye yer almıştır. Ama bir türlü yapılamamıştır. Her gelen idare yerinden yönetime yönelmiştir, fakat istenen şekilde randıman sağlayacak yetki devri yapılmamıştır.”
Üniterlik bozulur mu
Ve yerelleşme çabalarını kastederek şunları ekledi: “Bazı şeylere yürütmeye üniterliği bozmamak koşulu ile mecburuz. Üniterliği zedeler korkusu var diye bu merkeziyetçiliği yürütemeyiz. Üniterliği zedelememek şartıyla bazı şeyleri yapmak zorundayız.”
Gerçekten de Cumhuriyetin ilk yılları yetki devrinin ve adem-i merkezleşmenin sonraki dönemlere göre daha fazla uygulama zemini bulduğu dönemlerdi. Yasal altyapı anlamında da 24 anayasası bu açıdan başarılı sayılan bir anayasadır.
Sonrasında Sayın Demirel beni de şaşırtan ve merkezi oligarşinin iktidarı için panzehir hükmündeki şu sözleri sarf etti: “Türkiye’nin 81 tane ili var. Bu sayı 100’e çıkacak. En cesur yönetim şekli eyalet sistemidir. Yani yüz tane ili Ankara’dan idare etmek mümkün değil. Bugün Ankara’nın yetkilerini eyaletlere devretmek lazım.”
Peki yerinden yönetimi güçlendirmek adına ne yapılması gerekir? Demirel’in önerisi il seviyesinde halkın iştirakinin biraz daha güçlendirilmesi ve seçilmiş kişilerle atanmış kişilerin ahenginin daha iyi sağlaması.
Bu konuşmaların yapıldığı günlerde İktidar Partisi’nin yerel yönetimlerle ilgili düzenlemeleri gündemde idi. Kamu reformu tartışmaları ise kamuoyunun yakından takip ettiği konular arasında idi. Başbakan Erdoğan’ın yerel yönetimler reformu konusundaki performansını sorduğumda aldığım cevap da aynen şöyle oldu: “Bazen geçici palyatif tedbirler, esas tedbirin alınmasını da önlüyor. Ben daha ileri daha net, cesur tedbirler istiyorum. Siz bir yöneticisiniz yöneticiye sorumluluğu kendine ait olmak üzere yetki verilmesi lazım. Sorumluluk verilip yetki verilmiyorsa bu sistem çalışmıyor. Yani korkmamak lâzım.”
Demirel Cumhurbaşkanı olsa
Demirel bu sözleri sarf edince aklıma hemen şu geldi, Ak Parti iktidarı döneminde sayın Demirel Cumhurbaşkanı olsaydı, yasa tasarılarının kanunlaşması ve Cumhurbaşkanınca onaylanması daha mı kolay olurdu. Zira Sayın Sezer, kamu reformu çerçevesinde çıkarılan ve yerel yönetimlere kimi konularda yetki devri öngören yasaları kırmızı çizgiler bağlamında değerlendirerek bazı maddeleri, gerekçelerini de yazarak değiştirilmek üzere Meclis’e yollamıştı. Belki de makamda olmakla olmamak arasında bir fark var. Bu farkı Sayın Demirel çok iyi biliyor ve bu cesur açıklamaları rahatça yapabiliyor. Ama koltukta oturuyor olsaydı sistemin hassasiyetlerini gözetmek adına aynı tavrı o da sergiler miydi bilemeyeceğim.
Kamu reformu başarıldı mı
“Bugüne değin yapılan kamu reformları başarılı olabilmiş midir?” diye sorduğumda aldığım cevaba lütfen dikkat buyurunuz:
“Bakınız bu ihtiyacı herkes duyuyor. Osmanlı döneminde de bu ihtiyaç duyulmuş. Osmanlı döneminde partiler ortaya çıkmaya başladığında bir Ahrar Partisi var. Bu Prens Sabahattin’in partisidir. Ahrar Partisi’nin programında adem-i merkeziyetçilik söz konusudur. Ve eyalet sistemi söz konusudur. Ordunun siyasete karışmaması söz konusudur. Bu yaklaşım 1924 Anayasası’nda var. O günden beri düşünülmüş, taşınılmış, ihtiyaç hissedilmiş fakat çeşitli sebeplerle sadece kabiliyetsizlik değil biraz da tarihi sebeplerle, cesur adımlar atılamamış. İlacı dozunda almadığınız takdirde yararlı olmaz. Türkiye dozunda ilacını alamamış, bugün de alamamış. Önümüzdeki zaman içinde Türkiye’nin yapacağı iş, bir büyük devlet reformudur. Bu devlet reformu içerisinde bir yerel reform da olmalıdır”
28 Şubat sürecinin mimarlarından olduğu üzerinde birçok kimsenin ittifak ettiği Sayın Demirel’den bu açıklamaların sadır olması ne kadar enteresan değil mi?
Referans, 25.7.2007
|