Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 26 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Yazıklar olsun o kullara ki, ne zaman onlara bir peygamber gönderilse onu alaya alırlardı.

Yâsin Sûresi: 30

26.07.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Biriniz ayakkabısını giydiğinde önce sağı giysin. Çıkardığında ise önce solu çıkarsın.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 286

26.07.2007


Risâle-i Nur’la meşguliyet, tefekkürî bir ibadettir

Bu şuhûr-u selâse çok kıymettardır; leyle-i Kadrin sırrıyla seksen sene bir ömrü kazandıracak bir vakitte, en iyi, en efdal şeylerle meşgul olmak lâzım geliyor. İnşaallah, Kur’ân’a ait mesâille iştigal, bir nevî mânevî mütefekkirâne Kur’ân okumak hükmündedir. Hem ibadet, hem ilim, hem marifet, hem tefekkür, hem kıraat-i Kur’ân mânâları risalelerin istinsah ve mütalâalarında vardır itikadındayız. Zaten bu ciheti siz takdir etmişsiniz.

Barla Lâhikası, s. 176

***

Aziz, sıddık, sarsılmaz, usanmaz, çekinmez, çekilmez kardeşlerim,

Evvelâ: Bu yaz, derd-i maişet cihetiyle ve bu şuhur-u selâse, ibadet haysiyetiyle bir derece Nurların kitabetine fütur verebilir diyenlere beyan ederiz ki: Bilakis, yazmaya şevk verir ve vermek gerektir. Çünkü Nurun hizmeti, hem maişet, hem rahat-ı kalbe bereketleriyle yardım ettiği gibi, ibadet-i tefekküri nev’inden olması cihetiyle, mübarek ayların sevaplarına büyük yardımı olur.

Emirdağ Lâhikası, s. 146

***

Aziz, sıddîk kardeşlerim,

Bu şuhur-u mübarekede, Nurcuların şirket-i mâneviyesine inşaallah pek çok kudsî servet girecek. Herbir Nurcu, binler lisanla ve yüzer kalemle çalışacak gibi kâr kazanacak. Ve bu mübarek ve çok bereketli aylarda beş tarzda ibadet sayılabilen kalemle Zülfikar-ı Mu’cizât mecmuasına hizmet edenler, tam bahtiyardırlar.

Emirdağ Lâhikası, s. 145

***

Seksen küsur sene manevî ve bâki bir ömrü kazandırmak sırrını taşıyan şuhur-u selâsenizi ve leyle-i Regaibinizi bütün ruhumla tebrik ediyorum.

İki üç gün evvel, Yirmi İkinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki, içinde hem küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli iman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şakirtlerin ibadet niyetiyle risâleleri, ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Bârekâllah dedim, hak verdim.

Kastamonu Lâhikası, s. 194

Lügatçe:

şuhûr-u selâse: Üç Aylar.

efdal: En faziletli.

mesâil: Meseleler.

mütefekkirâne: Tefekkür ederek.

kıraat-i Kur’ân: Kur’ân okuma.

istinsah: Yazarak çoğaltmak.

26.07.2007


Merhum Mustafa Türkmenoğlu ile bir kader ortaklığımız

Hikmet ehli âlim bir zat “İyi arkadaş meleklerden daha iyidir, kötü arkadaş ise şeytandan daha kötüdür” demiş. Faziletli, hayırlı arkadaşının rehberliği ile Nurlara ulaşan, iki cihanda da sonsuz nura, huzura, sürura kavuşan merhum Mustafa Türkmenoğlu bahtiyar, gerçek bir dâvâ adamıydı.

27 Mayıs ihtilâlini takip eden baskılı, dayatmalı, çileli günlerde onunla Adalet Bakanlığı’nda karşılamıştık. Meğer onun da, benim gibi, Bakanlık’ta, Nur Talebesi olduğuna dair MİT tarafından raporu varmış. Düzmece ihbar üzerine çağırılmıştı.

Zamanın müsteşarı, hiçbir suçum olmadığı halde beni makamımda tehdit etmekten çekinmedi. Ancak yüce Rabbimin lütfu ve Risâle-i Nurlardan aldığım feyiz ile ona vakarlı, haysiyetli, mantıklı cevaplar verdim:

Nurlar sayesinde tahkîkî iman sahibi olmanın etkisiyle hiçbir maddî çıkar peşinde koşmadan hasbî olarak, ciddi gayretle, tarafsızlıkla îfâ ettiğimi, adliyeye işi intikal eden vatandaşlarımın işlerini en ideal ölçüler içinde şefkatle, hulûs-u niyetle, ayrım yapmadan sonuçlandırmayı şiâr edindiğimi, bu tarz çalışmalarımın tekdire değil, takdire seza olduğunu, ancak benim mükâfat ve ecrimi kimseden değil Allah’tan beklediğimi, her Nur Talebesinin bu dünya görüşünde olduğunu cesaretle taviz vermeden beyan ettim.

Bu izzet-i İslâmiyeyi beklemeyen müsteşar, yanımızda kimsenin olmayışından dolayı olsa gerek “Ben de Allah’a inanıyorum, beni de duâlarına dâhil et” demesi sürpriz oldu, bunu taaccüple karşıladım. Hal böyle iken makam, mevki, şöhret hırsının insanı ne derece hakkaniyetsiz, tutarsız icraata sürüklediğini, hüsranlara giriftar ettiğini ibretle müşahede ettim.

Hâlen hayatta olan müsteşarın dilinin fesahati ve söyleyişlerinin akıcılığı, natıka-perdazlığı, belirgin söz ustalığı da hoşuma gitmişti.

Konya’da Said Özdemir Ağabey ve arkadaşlarının nice fedakârlıklar ve şecaatle yayınladıkları Zülfikar isimli dergiyi, müsteşar, çekmecesinden çıkarıp bana gösterdi: “Bak, peşinde olduğunuz Nurcular şu karikatürlerle Sayın Adalet Bakanımıza nasıl hakaret ediyorlar” diye sızlanmıştı.

İtina ile renkli basılmış bu dergide çizilen resimde, komünizmi temsil eden ejderhanın Risâle-i Nur’un elmas kılıncıyla gebertildiği gösteriliyordu. Ben müsteşera “Bakanlık, komünistlerin propagandalarına müsamaha ile bakıp adeta himaye ettiği halde, toplumumuzun dirlik düzenliği, gerçek saadeti, huzuru ve asayişi için gece gündüz fedakârâne çalışan Nur Talebelerine hasmâne tavır almasının, Adalet Bakanlığının ismiyle bağdaşmadığını, bunun ülkemize hayır getirmeyeceğini, şer ve anarşi âmili olacağını” ifade ettim. Bana, Bakan S.Ç. makamında kendisinden ne istediğimi sordu. Eşimin ciddi hastalığı ve dosyamdaki sağlık kurulu raporu sebebiyle Doğu Karadeniz sahilinde bir ile veya uzman doktoru olan bir ilçeye tayinimi talep ettim. Masadan bir kalem alıp talebimi not etti ve Özlük İşleri Genel Müdürü’nü makamına çağırıp benim yanımda talimât verdi.

Ne yazık ki asla sözlerinde durmadılar. Kış kıyamette, zemherîde Hakkâri’ye tayin edildim. Yapa yalnız, bir bavulla, oraya bin bir zorlukla gittim. Müsteşarın, üstüne üstlük beni ve merhum Türkmenoğlu’nu, Adalet Bakanı’na “Efendim, bunlar merkezi yurt dışında, Mısır’da bulunan Rabıta-i Âlem-i İslam’ın üyeleridir” diye tanıtıp iftira ettiğini hiç unutmuyorum.

Merhum Mustafa Türkmenoğlu, aynı gün, aynı haksız işlemlere kendisinin de maruz kaldığını bana anlattı. İlâveten müsteşar hakkında “Ne kadar natıkalı, talâkatli bir adam” dedi. Bu vasfı, onun da dikkatinden kaçmamıştı. Ama şairin dediği gibi:

“Son nefeste söylemezse bu diller,

Bülbül gibi dilin olsa ne fayda.”

Zamanımızda da emsâlini çok gördüğümüz niceleri gibi dış yüzleri, dilleri gösterişli kimselerin toplumumuzu aldatıp kudsî değerlerimize büyük zararlar verdirlerini ibretle görüyoruz. Her asırda hükmünü icrâ eden bu gerçekler karşısında Kur’ân-ı Kerîm’in Münafikun Sûresi’nin şu âyetini sık sık hatırlıyorum: “Onları gördüğünde kalıpları, kıyafetleri senin hoşuna gider, sözlerine kulak verirsin: Gerçekte ise onlar adeta koltuklarına dayanan, içi boş ruhsuz kütüklere benzerler.” Bu âyet-i kerimeyi merhum M. Hamdi Yazır, ne güzel tefsir ediyor:

“Onları gördüğün vakit, cisimleri tuhafına gider. Zahiren bakınca giyimleri kuşanmaları, şıklıkları, irilikleri, sebahatları ile bedenlerinin süsü ve manzarası hoşuna gider. İmreneceğin tutar. Ve lakırdı ederlerse lakırdılarına kulak verirsin. Dillerinin fesahati ve söyleyişlerinin selâset ve halâveti ve natıka-perdazlık sanatına merak ve mümasereleri hasebiyle tatlı laf ederler. Söylemeye başladıkları zaman mecliste bulunanların dinleyesi gelir. Medine münafıklarının başları olan Abdullah ibni Übey ve Mugis ibni Kays ve Cedd ibni Kays gibileri de, böyle iri vücutlu, yakışıklı, giyinmesinde kuşanmasında itina eder, talâkatlı söz söyler, dilleri ve dış yüzleri gösterişli kimseler idiler...”1

Dipnot:

1- M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, cilt: 6, s. 5001-2002

Abdullah Battal

Emekli Başsavcı

26.07.2007


Huzur bize gelir mi?

Seherin o tazeliğinde, güneş doğmadan, biz ezânla doğmadıkça gelir mi bize huzur? Ve seherin bereketiyle ruhumuzu tazelemedikçe huzur bize gelir mi?

Papatyaları uyandıran, bahara taze bir ruh üflenen seher vaktinde, ruhumuzu uyandırmadıkça, geceyi gündüze çevirenin azâmetine eğilip, hâzır günden gelen elemlerimizden, musibetlerimizden Allah’a (cc) sığınmadıkça huzur bize gelir mi?

“Kalpler ancak Allah’ı (cc) anmakla huzur bulur” denildiği halde, Onun (cc) zikrini dilimize dolamazsak huzur bize gelir mi?

Semâvi bir ses “Bana duâ edin, size cevap vereyim” emriyle suâllerimize cevap verirken, dualar ufkunda açılan ellerimiz olmadıkça huzur bize nasıl gelir? Aczi ve fakrı Kadîr-i Rahîm’in dergâhında en mühim bir şefaatçi yapmadıkça huzur bize gelir mi?

“Bekâ”ya lâyık ruhumuz bir gömlek gibi bize giydirilmişken, ebedî bir dosta habîb olmaya lâyık bir “kalp” ruhumuza takılmışken, tılsımlardan hikmetler devşirmek için “akıl” başımızın tâcı olmuşken; fânîye bağlanmakla, fânîyi sevmekle, fânîyi düşünmekle huzur bize gelir mi?

Bütün güzellikleri demet demet toplayıp Habîbiyle (asm) bize sunan Rabbimizin Habîbine (asm) dost olmadan huzur bize gelir mi? Her işimizde onun (asm) gibi yaşamanın şuuruyla âdetimizi ibadete çevirmeden, Gül’ün (asm) o hayat sunan kokusuna bürünmeden ruhumuz nefes alabilir mi?

Seyredilmeyi beklerken bahar, gezilmeyi beklerken kırlar, tefekkür edilmeyi bekliyorken kâinattaki tüm Rabbânî mektuplar, tefekkürün o ulvî denizinde hakikat incilerini aramadan huzur bize nasıl gelir?

Biz misvağı, damağımızın tadı eylemedikçe,

Takkeyi başımızın tâcı eylemedikçe,

Namaza cennet rayihalarının esintileriyle girmedikçe,

Huzur bize ne kadar gelir?

Herkesin başına “dünya büyüklüğünde bir cenneti kazanıp kaybetme dâvâsı” açılmışken, en küçük dairemizde; kalbimizde, ailemizde buhranlar yaşanıyorken, gözümüzü dünyanın geçici, kararsız, zararlı meşguliyetlerine dikmişken huzur bize gelir mi?

Hepimiz hakkı arıyoruz, huzuru arıyoruz; ama bazen buhranlara huzur diye sarılıyoruz. Yani bazen aldanıyoruz. Aldanmamak için bir çıkış, huzur kapısı arıyoruz...

Evet, huzur İslâmda, İslâmın hakikatlerine sımsıkı sarılmakta.

Huzur, huzuru bulan bir insanın şu sözlerine uymakta: “Kur’ân-ı Hakîm’in tezgâhında yapılan bir sefine-i mâneviye hükmüne geçen hakikat-i İslâmiyet içine girip, selâmetle o denizin üstünde gezip, tâ sâhil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin...” (Lem’alar, s. 13)

İslâmın hakikatlarına sarılıp, dünya ve ahirette sahil-i selâmete ulaşmanın duâsı olsun bu yazı, huzurun bize gelmesi için bir “Âmin” olsun. Âmin...

[email protected]

Cihan CAMBAZ

26.07.2007


Bâis

Allah (c.c.), Bâis’tir. Yani öldükten sonra tekrar ihyâ eden, yeniden hayat veren ve diriltendir. İnsanların ölmeleri hak olduğu gibi, öldükten sonra dirilmeleri de hak ve gerçektir. Ölenlerin Bâis-i Bâkî olan Allah’ın emri ve kudretiyle dirilmeleri ve yeni bir hayata doğmaları Kur’ân’ın en büyük vaatleri arasındadır. Bediüzzaman’a göre, öldükten sonra dirilmek ve haşirle ilgili hakikatlerden bahseden bölümler, Kur’ân’ın asıl unsurlarının ve takip ettiği maksatlarının dörtte birini teşkil etmektedir.1

Ebû Hüreyre’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği2 Bâis ismi, Kur’ân’da pek çok âyette fiil hâlinde gelmiştir. Kur’ân, öldükten sonra dirilme konusuna o kadar ehemmiyet verir ki, bazen kâfirlere bunu ispat eden şiddetli bir üslup kullanır, bazen yemin ve te’kid ifâdeleri ile dirilişe kuvvet verir, bazen Allah’ın sonsuz kudretini ve kuvvetini nazara vererek inkârcıları ikna veya ilzam eder.

Kur’ân, “Kâfirler tekrar dirilmeyeceklerini zannettiler. De ki: ‘Hiç şüphe yok! Rabbime and olsun, muhakkak diriltileceksiniz. Sonra, yaptıklarınız muhakkak size bildirilecektir. Bu, Allah’a kolaydır’”3 âyetiyle veya “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir nefis gibidir. Muhakkak Allah Semî’ ve Basîr’dir”4 âyetiyle ve daha pek çok âyetle dirilişi Cenab-ı Bâis-i Bâkî’yi özne yaptığı fiillerle bildirir.

Bir kalbî seyahat neticesinde, insanlığın ebediyete uzanıp giden emel, arzu, istek ve ihtiyaçları ile, dünya hayatının kısacık ömür serüveninin hiç de örtüşmediğini ve bundan dolayı insanlığı zifiri karanlık içinde gördüğünü ve dehşet aldığını beyan eden Bediüzzaman, kalp, ruh ve aklıyla beraber bütün insânî duyguları ve bütün vücudunun zerreleri ile feryat edip ağlamaya hazır iken, birden Cenab-ı Hakkın muhtelif isimlerinin muhtelif burçlarda birer güneş gibi doğduğunu; bu çerçevede Bâis isminin de Vâris burcunda imdada yetiştiğini, yani dünyanın da âhiretin de hakîki vârisinin Cenab-ı Hak olduğu ve Cenab-ı Hakkın da bâkî bir âlemde insanları yeniden dirilteceğini vaat etmiş olduğu hakîkatinin bir güneş gibi insanlık âlemini aydınlattığını, nurlandırdığını, karanlıklı insanlık dünyasına nurlar serptiğini ve nûrânî âhiret âlemine pencereler açtığını kalp gözüyle izlediğini kaydeder.5

Bediüzzaman Said Nursî’ye göre, mü’min için, Allah’ın Vâris ve Bâis-i Bâkî oluşuna îmân büyük bir mânevî güç ve kuvvet teşkil etmektedir. Öyleyse, dostların ayrılıklarından ve ölümlerinden dolayı “Âh!” çekilmemelidir. Çünkü onlara vâris olan ve onları tekrar dirilteceğini vaat eden Cenab-ı Hak Bâkî’dir.6

Risâlelerinin büyük bölümünü yeniden dirilişin hak olduğunu ispat etmeye ayıran Bediüzzaman Saîd Nursî, bütün insanların tek bir insan kolaylığında diriltileceğini bildiren Lokman Sûresinin 28. âyetinin tefsîrinde; Allah’ın kudretinin zâtî olduğunu, zâtî kudrette mertebe bulunmayacağını, binâenaleyh Allah’ın kudretine hiçbir şeyin hiçbir şekilde müdahale edemeyeceğini, Onun kudretine göre bir baharı halk etmenin bir çiçek kadar kolay olacağını, bir çiçeğin de san’atça ve yaratılışça bir bahardan geri kalmadığını izah eder.7

Haşirde ruhların cesetlerine gelmesini ve cesetlerin canlandırılmasını, büyük bir şehirde yüz binlerce yerleşim birimine tek bir şartele ve merkeze bağlı elektrik akımının, şarteli açmak sûretiyle bir anda verilebileceği ve tek bir merkezden komut verilerek idâre edilebileceği mîsâli ile izah eden Saîd Nursî Hazretleri, Cenab-ı Hakkın dünya misâfirhânesindeki elektrik gibi bir mahlûkunun, hizmetkârının ve mumdârının, Hâlıkından aldığı terbiye ve intizam dersiyle bu özelliğe mazhar oluşu gibi, elbette elektrik gibi binler nûrânî hizmetkârların etrafında döndükleri büyük haşrin de, Allah’ın yüksek kanunları dâiresinde, Allah’ın emri geldiği anda göz açıp kapayana kadar meydana geleceğini kaydeder.8

(Risale-i Nur’da Esma-i Hüsnâ)

Dipnotlar:

1- İşârâtü’l-İ’câz, s. 17

2- Tirmizî, Daavât: 86

3- Tegâbun Sûresi: 7

4- Lokman Sûresi: 28

5- Mektûbât, s. 399

6- Şualar, s. 77

7- Sözler, s. 86

8- A.g.e., s. 105

26.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004