KÜLTÜRÜMÜZDE ‘adalet’in yeri nedir? Devlet hayatımızda ‘adalet’ ne kadar etkilidir? Düşünce tarihimizde ‘adalet’ felsefesi ne kadar yer tutar? Hele de aydınlarımızın gözünde ‘adalet’in felsefi değeri ne kadardır?
Okullarda verdiğimiz eğitimde ‘adalet’ ne kadar önemlidir?
Şimdi bu çok genel ve karmaşık soruları bir kenara bırakalım. Celal Bayar’ın Yassıada’dan sonra ‘tıkıldığı’ Kayseri hapishanesindeki hücresinde günlüğüne yazdığı bir notu size aktaracağım:
“Dreyfus davasını tetkik için kitap ısmarladım. İftira ve mahkeme yönünden bizimkine çok benzemektedir. Fransız milleti bu adaletsizliği tamir etmiştir. Bizde henüz milli vicdan haksız hükümleri hazmetmemekle beraber tamiri için maddi gayret göstermemiştir. Mesela bir Emile Zola, bir Clemenceau çıkmamıştır.”
Bayar, kızı Emine Gürsoy’a Dreyfus Davası’na ilişkin bir kitap ısmarlıyor. Bayan Gürsoy’un getirdiği Fransızca “Dreyfus Davası”nı Demokrat Parti bakanlarından Bahadır Dülger hapishanede tercüme ediyor, kitap 1964 yılında yayımlanıyor.
Dreyfus Dâvâsı
Yahudi asıllı Fransız Yüzbaşı Alfred Dreyfus, 1894’te askeri sırları Almanlara sattığı için Genelkurmay’ın emriyle tutuklanır, askeri mahkemede ömür boyu hapse mahkûm edilir. Fakat yazar Emil Zola, “Suçluyorum” başlıklı ünlü makalesiyle, adaletsiz kararından dolayı mahkemeyi suçlar, Dreyfus, hakkındaki delillerin inandırıcı olmadığını yazar.
Yer yerinden oynar. Zola hakkında “mahkemeye hakaret”ten dava açılır. Olay büyür, Fransa “Dreyfus yanlıları” ve “Dreyfus karşıtları” diye ikiye bölünür; adli bir mesele derhal siyasi bir savaşa dönüşür.
Ünlü devlet adamı Clemenceau da Zola’ya katılınca, artan kamuoyu baskısı karşısında Dreyfus yeniden yargılanır ve beraat eder!
Devlet özür diler! Sökülmüş rütbesi törenle iade edilir, üstelik nişan verilir!
Asıl suçlunun Yahudi ırkından Dreyfus değil, Frank ırkından Esterhazy olduğu anlaşılmıştır.
Devrim’den beri devletin gölgesi altında bulunan Fransız adaleti, bu olayla ‘tarafsız yargı’ olmaya başladı.
Zola ne güzel haykırmıştı:
“Cumhuriyetin şerefi, onun adaletidir!”
Bizde aydınlar
Celal Bayar haklıydı. Yassıada’da bir değil, birçok “Dreyfus faciası” yaşanmış, üç de idam sehpası kurulmuş ama bir tek Emile Zola çıkmamıştı! Aksine, o günün ünlü kalemleri koro halinde, dahası bir ‘histeri’ halinde, adli cinayeti alkışlıyordu!
TİP bile “Yassıada mahkûmlarına siyasi haklarını iade etmek, 27 Mayıs devrimine ve anayasasına aykırı olur!” diye Anayasa Mahkemesi’ne dava açıyordu!
“27 Mayıs’ı eleştirmek suç olmaktan çıkarılamaz” diye dava açıyordu!
TİP bile... Gerisini siz düşünün.
Üyeleri arasında Yassıada’nın unutulmaz şef-yargıcı Salim Başol da bulunan mahkeme, Bayar’ın serbest bırakılmasını öngören kanunu iptal ediyor, “27 Mayıs’ı eleştirmek suçtur” diye karar veriyordu!
O gün Menderes’in idamını alkışlamış birçok kimse bugün namuslu bir şekilde pişmanlıklarını, teessüflerini yazıyorlar.
Ama bizdeki hiçbir “adli hata”, henüz, Fransa’daki “Dreyfus Davası” gibi vicdanları harekete geçirip siyasi ideolojileri aşan bir “adalet” fikrini oluşturmaya yetmedi.
Hâlâ “öteki”ne yapılan adaletsizliği siyaseten “Oh oldu” diye karşılıyoruz.
Hâlâ Zola yok, Clemenceau yok!
Milliyet, 2 Temmuz 2007
|