Malatya’da Hıristiyanlıkla ilgili kitaplar satan ve İncil dağıttığı belirtilen Zirve isimli bir yayınevine baskın...
Üç ölü, bir yaralı.
Ölenlerden biri Alman uyruklu.
Vali Daşöz’ün ilk açıklaması:
“Cesetler elleri ve ayakları arkadan bağlanmış ve boğazları kesilmiş halde bulundu.”
Korkunç.
Dehşet verici.
Böylesine bir vahşeti lanetlemek için belki sözcükler yetersiz. Belki de böylesine bir barbarlık karşısında sözün hükmü kalmadığı için sözcük bulmakta zorlanıyorum.
Lanet olsun!
Nasıl bir davadır ki bu, insanları ellerinden kollarından sandalyeye bağlayıp gırtlaklarını keserek öldürtebiliyor?
Bir insan nasıl bir dava uğruna böylesine bir gözü dönmüşlüğe kendini kaptırabilir? Bir insan hangi dava uğruna böylesine ilkelleşebilir?
Ne diyeyim?
Fanatizm.
Nasıl bir fanatizm?
Dinci fanatizm...
Irkçı fanatizm...
Ya da ikisi birden...
Böylesine bir vahşete kendini kaptıran o kafa hangi bataklıkta, nasıl yetişti?
O bataklık nasıl oluştu?
Nefret tohumları o bataklığa nasıl ekildi? Farklılıklara tahammülsüzlük, hoşgörüden nasipsizlik, kendi gibi olmayana düşmanlık zaman içinde zehirli sarmaşıklar gibi nasıl boy atıp durdu bu bataklıkta?
Biliyorum, hep aynı sorular.
Biliyorum, ilk kez olmuyor bu korkunç cinayetler...
Ne Madımak’lar, ne Kahramanmaraş’lar yaşandı bu ülkede. Ne Bahçelievler katliamlarına tanık olduk bu ülkede... Daha altı yedi yıl önce değil miydi, Hizbullah cinayetleri ile sarsılmıştık. Toprak altından domuz bağıyla bağlı cesetler çıkarılmıştı günler boyu...
Tümü de kepaze sayfaları oldu tarihimizin... Ya Trabzon’da işlenen Rahip Santoro cinayeti...
Peki ya Hrant Dink...
Kardeşim Hrant’ın sevgili eşi Rakel’in cenaze törenindeki sesi kulağımdan hiç gitmiyor:
“Ah kardeşlerim,
Yaşı kaç olursa olsun, bir zamanlar bebek olduğunu biliyorum; bir bebekten bir katil yaratan o karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.”
O karanlığı yırtmak!
İşte asıl mesele bu.
Cinayetlerin arkasındaki karanlıkları aydınlatmak...
Cinayetlere yol açan o zihinsel karanlıkların arkasındaki nedenlere eğilmek...
Kendinden olmayana, kendisi gibi düşünmeyene nefreti anlamaya çalışmak... Farklı dinden, farklı inançtan, farklı dilden, farklı renkten, farklı kökten olana düşmanlığı yerli yerine oturtmaya çalışmak...
İşte gerçek sorun bu.
Bir türlü çözemediğimiz sorun bu. Bataklığı kurutmanın yollarında yürümeyi öğrenemiyoruz.
Aileden, anaokulundan başlayarak çağdaş eğitim ve öğretim sistemini, demokratik hukuk düzenini, insan haklarını, demokrasinin a, b, c’sini bir türlü devlet ve toplum düzenimizde geçerli kılamıyoruz.
Çok şey lafta kalıyor.
Bunlara bir de aş ve iş sorunları binince, her türlü fanatizmi kolayca bayraklaştırabilen, ötekini düşmanlaştıran, kendinden farklı düşünenleri din düşmanı, vatan haini, satılmış görebilen, hoşgörü ve tahammül yoksunu nesiller yetişiyor.
Buna bir de polisteki, güvenlik güçlerindeki yetersizlikler eklenince, katillerin işi kolaylaşıyor.
Ülkemizin işi güç, hem de çok güç.
Karanlığı yırtmak için yapmamız gereken daha çok şey var. Allah kolaylık versin ülkemize...
Milliyet, 19.4.2007
|