Son zamanlarda haberciliğiyle kendisinden çok söz ettiren Nokta dergisi, biliyorsunuz geçen hafta Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın emriyle polis tarafından basıldı, arandı ve dergi çalışanlarının bilgisayarlarının hard diskleri polis tarafından kopyalandı.
Bu baskın, yapıldığı günden itibaren çok tartışıldı. Tartışılması da doğal: Çünkü, gazete ve dergi gibi yayın organlarının bürolarının, sıradan işyerleri veya meskenlerden ciddi bir farkı var.
O fark, bu bürolarda da aslında bir kamu hizmeti görülmesinden kaynaklanıyor.
Önce olayı anlatmaya çalışayım:
Nokta dergisi, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nın Genelkurmay Harekât Başkanlığı’na hitaben kaleme aldığı bir yazışmanın belgesini ele geçirir ve yayımlar.
Söz konusu belge, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nın çeşitli sivil toplum örgütleriyle ilgili yaptığı bir çalışmanın belgesidir ve bu haliyle haber değeri de taşımaktadır. Nokta, bu belgenin kapağını yayımlar ama ekindeki listeyi gazetecilik ahlakından kaynaklanan kaygılarla yayımlamaz, çünkü burada adı geçen sivil toplum örgütlerinin töhmet altında kalmasını istemezler.
Nokta’nın yayımının ardından Genelkurmay Askeri Savcısı, derginin Genel Yayın Yönetmeni Alper Görmüş’ü arayarak belgeyi gönderip gönderemeyeceğini sorar. Görmüş, avukatlarına danıştıktan sonra gönderemeyeceklerini söyler.
Bunun üzerine askeri savcı, askeri mahkemeye başvurur ve bir arama emri çıkarır. Arama emri İstanbul polisine gönderilir. Polis, aramayı yapmak üzere nedense terörle mücadele şubesini görevlendirir.
Anlamlı bir tesadüf sonucu arama, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın bütün televizyonlardan da canlı yayımlanan bir basın toplantısıyla Nokta dergisini ve onun yöneticisi Alper Görmüş’ü açıkça eleştirmesinden bir gün sonra yapılır.
Polisler aramanın başlangıcında çok sert davranır, Nokta çalışanı gazetecileri duvarlara yaslayıp üst baş araması da yaparlar.
Alper Görmüş, daha önce savcının istediği belgeyi mahkemenin arama emrini görünce polislere verir ama mahkeme emri sadece bu belgeyle sınırlı değildir, ‘Diğer belgeleri’ de kapsamaktadır. Polisler bilgisayarların hard disklerini kopyalamaya başlarlar.
Aslında durum birbirinden bir hayli farklı üç nedenle çok vahim.
Birinci neden, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı gibi esasen ulusal güvenliği yakından ilgilendiren son derece hassas bilgilerin ve belgelerin bulunduğu bir yerden belge çalınması ve bunun bir yayın organına gönderilmesi, sözü edilen kurumun iç güvenliği açısından endişe verici bir duruma işaret ediyor.
Bu belge çıktığı bilinen bir belge peki ya bilmediğimiz neler çalındı acaba Genelkurmay’dan? Durum çok vahim. Umarım Genelkurmay Savcılığı’nın yürüttüğü soruşturmanın tek muhatabı Nokta değildir, hatta Nokta’nın soruşturmadaki rolü ‘tanık’ sıfatıyla ifade edilen bir roldür ve savcılık esasen bu ulusal güvenlik meselesini soruşturmaktadır.
İkinci önemli nokta, belgenin içeriğiyle ilgili. Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı hangi sebeple yurt içinde faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerini araştırmıştır acaba? Hangi sebep böyle bir araştırmayı haklı gösterebilir? Böylesi istihbari veya adli araştırmaları yapacak başka güvenlik örgütü yok mudur devletin ki, Genelkurmay bu işi kendi kısıtlı imkânlarıyla yapmaya kalkışmıştır? Genelkurmay Başkanlığı’nın bu konuda da toplumu bilgilendirmesi gerekiyor.
Üçüncü nokta ise, Nokta dergisine yapılan baskının üslubuyla ve içeriğiyle ilgili. Polisin kullandığı üslup kabul edilemez, onaylanamaz. Basılan yer bir terör hücresi değil, herhangi bir direniş ihtimali olan bir yer değil, kaldı ki dergi yönetimi polise yardımcı olmak için elinden geleni yapmış. İstanbul Emniyeti’nin Nokta çalışanlarından özür dilemesi gerek. Sadece bu da yetmez, mahkemenin arama emrinin genişliği de bence kabul edilemez. ‘Diğer belgeler’ ne demek? Diyelim o an dergi muhabirlerinin elinde olan Devlet Su İşleri ile ilgili belgeden Genelkurmay Savcılığı’na ne? Bu yapılanı dergiye gözdağı verme çabası olarak yorumlamak pekâlâ mümkün. Sadece Nokta’ya da değil, bütün Türk basınına gözdağı verildi bu baskınla.
Radikal, 19.4.2007
|