Bugün, o ‘anlamlı’ günlerden birini daha idrak ediyoruz. İlhan abi ve şürekası bayılır bu tür anlamlı günlere... Tarihe ‘12 Mart muhtırası’ olarak geçen, ‘sol’ beklentili ‘sağ’ darbeden söz ediyorum.
Ufunetli günler...
Kitleler henüz tehlikenin farkında olmadıkları için, Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı ‘Devrim’ dergisinde şu tür bildiriler yayımlanıyordu:
‘Şu günlerde yeniden 1919 karanlığına gömüldüğümüzü söylemek fazla mübalağalı değildir. Yaygın bir kötümserlik ve umutsuzluk, yeni bir düzen özlemiyle birlikte bütün ülkeyi kaplamıştır. Türk ulusunun geleceği için Devrimci Ordu Gücü pırıl pırıl parlamaktadır.’
Evet, Avcıoğlu ve arkadaşları (İlhan abi de aralarındaydı) darbe bekliyordu. Bu darbe, ‘sol’ bir darbe olmalıydı. Türkiye’nin NATO’yla, CENTO’yla ve bilumum uluslararası kuruluşlarla bağını koparmalıydı.
İntelligentsia darbe beklerken, ülkede peşpeşe bombalar patlıyordu.
Devrimci bombaları...
Kim getiriyordu bu bombaları?
Kim olacak, 27 Mayıs’çı, Milli Birlik Komitesi üyesi İrfan Solmazer.
Daha çok terör, daha çok tedhiş olmalı, ordu ‘çaresiz kalıp’ yönetime el koymalı ve böylece ‘devrime giden yolun önü’ açılmalıydı.
İşte İlhan abi’giller takımından Erol Bilbilik’in anlattıkları:
‘Bir gün Orhan Kabibay’ın evinde toplandık. Hidayet Ilgar, Talat Turhan, İrfan Solmazer ve daha birçok kişi vardı. Bir ara İrfan Solmazer bana, ‘Erol, sen Denizcileri ihmal etmişsin’ dedi. Kimi ihmal ettiğimi sorunca, ‘Sarp Kuray’ı, Deniz Gezmiş’i ihmal etmişsin. Hiç temas kurmamışsın. Ama ben onlara İstanbul’da, Ankara’da mısır patlatır gibi bomba patlattırıyorum’ dedi...’
Solmazer, Deniz Gezmiş ve Sarp Kuray’ı karşısına alıp konuşuyormuş, ‘Deniz, ABD Büyükelçiliği’ni tara ve yok ol’ diyormuş. Sarp Kuray’a da ‘Git şurayı bombala’ emrini veriyormuş.
Bilbilik, ‘Bu işlerden mutlaka Orhan Kabibay’ın haberi vardı’ diyor, ‘Dolayısıyla Deniz Gezmiş’i, Sarp Kuray’ı, herkesi kullandılar. İrfan Solmazer, 12 Mart’a 24 saat kala Almanya’ya uçuruldu.’
Solmazer kaçtı ama, Deniz Gezmiş darağacına gitti, Sarp Kuray da işkenceye... Sol darbe bekleyen aydınlar da mahbeslere tıkıldı. İlhan abi Ziverbey’e gönderildi mesela...
Bu süreci gazeteci Ahmet Kahraman şöyle özetliyor: ‘Eski generallerden Cemal Madanoğlu’nun başını çektiği, İlhan Selçuk ve Doğan Avcıoğlu gibi isimlerin de yer aldığı bir cunta, Başbakan Süleyman Demirel’i ‘yeterince Kemalist’ bulmadıkları için, darbeye hazırlanmışlardı. Ve bunlar, yayın organları ve basındaki uzantıları aracılığıyla her gün ‘devrim şafağının yakın olduğunu’ işliyor, üniversite gençliğini provoke ediyorlardı. Zaten baskı çemberinde olan gençler bunlara inanıyorlardı. 12 Mart darbesinden sonra tek tek tutuklandılar, birkaç yıl sonra da salıverildiler. Ama tek başına kalan gençler asıldılar, işkence gördüler, kurşunlanıp öldürüldüler. Bunların sorumlusu, kurşunlayanlardan çok, ‘devrim’ adına gençleri yollara, sokaklara dökenlerdi.’
Niçin hatırlattım bütün bunları?
Hani Cumhuriyet’in İlhan abisi, ‘Darbe ortamını kim hazırlıyor? Asker mi? Yoksa AKP iktidarı mı?’ diye güya feveran edip, olası bir askerî müdahalenin sorumluluğunu ‘şimdiden’ siyasi iradeye yıkmaya çalışıyordu ya, oradan aklıma geldi.
Şu garip tecelliye bakın ki, 1970’lerde Demirel’e karşı cunta kuran ‘sivil aydınlar’, 28 Şubat sürecinde ona teslim oldular.
Hem köşelerinde bol bol Demirel övgüsü yapıyorlar, hem de ‘yaklaşan tehlikeye’ (!) karşı orduya davetiye çıkarıyorlar.
İşkence de akıllandırmamış bunları!
Star, 13.3.2007
|