“28 Şubat Süreci” üzerinden yıllar geçtikçe, itiraf ve pişmanlık duyanların sayısında da epeyce artış kaydediliyor!.. Bu yıl dönümünde geçmiş senelere nazaran, 28 Şubat sürecinde; çeşitli kisveler içinde rol almış kişiler pişmanlıklarını daha yüksek sesle dillendirdiler.
Özellikle “Beşli Çete” diye adlandırılan yapıda yer alan ve işçi-işveren sendikalarının konfederasyon yöneticileri olan bazı isimler, bunu daha bariz şekilde yaptılar. Hatadan dönmek, pişman olmak, yanlışını düzeltmek ve en önemlisi olup-bitenlerden ders çıkarmak... Bunlar önemli şeyler. Ancak bazı durumlar için; (Biraz geç olmadı mı?!) diye sormak gerekiyor. Çünkü “Basra harap olduktan sonra...” yapılan hataların kabul edilmesi veya pişmanlık duyulması, çok fazla anlam ifade etmiyor! Meşhur Temel fıkrasını bilmeyen yoktur: İdama mahkum olan Temel’in cezası infaz edilmeden önce, kendisine son sözü sorulmuş; o da: “Ha bu baa bi ders olsun!..” demiş.
Mahut sürecin bu ülkeye ve halkına çıkardığı faturanın büyüklüğü karşısında; herkes gibi dehşete düşen o günün figüran ve aktörlerinin önemli bir kısmı, bugün ıslah olmuş bir görüntü veriyor. Her devrin adamı olmayı beceren, tuzu kuru bazı gazeteci-yazarların da içinde yer aldığı bir kısmı da hâlâ daha, 28 Şubat’ın demokrasi için gerekli bir “balans ayarı” olduğunu savunmaya devam ediyor. Üstelik bunların bazısı, tutarlılık ve cesurluk adına, afra tafra ile ve geçmişteki birtakım yandaşlarını da yalakalıkla itham ederek yapıyor... Hem de yalakalık yaftasının göğsünde rozet olarak durduğu bazı ünlü isimler yapıyor bunu! Neyse... Kimin ne olduğunu bu millet çok iyi biliyor.
Bugün şecaat arz ederek sirkatini söyleyen tipler de; belki çok uzakta olmayan bir gün pişmanlılarını açığa vurmak zorunda kalacaklar ama, onlarınki Temel fıkrasında olduğu gibi “son pişmanlık fayda vermez...” duvarına çarpacaktır. Bundan şüpheniz olmasın. Hali hazırdaki savunmaları da, (her ihtimale karşı) ihtiyatlı bulunmak için sergilenen konjonktürel bir tavırdır. Demokrasinin tam olarak oturduğu, antidemokratik yöntemlerle ülke idaresine hakim olma yollarının tamamen ve kesin olarak kapandığının tezahür ettiği gün; o kraldan fazla kralcılar öyle bir çark edecekler ki, hepimiz onları tanımamıza rağmen yine de şaşıracağız. Nasıl bu kadar dönebildiler diye!..
Bir “dönme”, yani travestinin; “Ben 28 Şubat Sürecinin gizli kahramanıyım...” diye gazetelere röportaj verdiği, süreci yönlendiren mekanizmanın bir unsuru tarafından yayınlanan medya organında yöneticilik yaptığı ve görevini başarıyla yerine getirmesinden dolayı alnından öpüldüğü ve bunun için de alnına dövme olarak bir yıldız yaptırdığını şişinerek anlattığı vasatta, (ne olur ne olmaz, tedbiri elden bırakmamalıyım...) düşüncesiyle, postal parlatma itiyadı olanların hâlâ daha güçlü gördükleri tarafta yer almalarını çok da önemsemeye mahal yoktur. Çünkü bu tutum onların karakterleri gereği! Onlar, biz hâlâ aynı yerdeyiz deyip başkasını suçlar ama, en iyi kendileri yanar-dönerler!..
Esas üzerinde durulması gereken husus, belki de Fehmi Koru’nun “Bu Utanç Bize Yeter” başlığı altında dile getirmeye çalıştığı konudur: Koru’nun Yeni Şafak’taki yazısından bir bölümü aynen aktaralım: “... Süreç bitti, Türkiye artık bir daha o gülünç duruma düşmez” diyebiliyor muyuz göğsümüzü kabartarak? Hayır, diyemiyoruz. Diyemiyoruz, çünkü o süreci ülkemize yaşatanlar hesaba çekilmediler. Anayasal sistemi işlemez hale getirmenin, yargıya, bürokrasiye, medyaya, iş dünyasına yasal olmayan emirler yağdırmanın hesabını vermediler. Anayasa suçu işlediler, fakat o suçun yasalardaki karşılığı olan cezaya çarptırılmadılar. Bulundukları yerlerde bugün kendilerini unutturmaya çalışıyorlar belki, ama cezai takibata uğramayacaklarından o kadar eminler ki...
Türkiye dünden daha olgun elbette bugün, geleceğe daha güvenle bakabiliyor, demokrasinin önünün kesilmeyeceğinden, anayasal işleyişin bozulmayacağından daha emin... Zaman zaman akla ayıp düşüncelerin gelmesi, “Acaba?” sorusunun hâlâ yerli yerinde durması yakın dönemin yanlış müdahalelerine hesap sorulmaması yüzünden... On yılı hesap sormadan geride bırakmışız... Bu ayıp bize yeter...”
Türkiye, 1.3.2007
|