Sanırım Türkiye’de öncelikle “statüko”nun ne olup ne olmadığını berraklaştırmak şart...
Küreselleşen bir değişim içinde; “ulus-devlet” modeline mıhlanmış “politika çatışmaları” ile, “tartışma dışı evrensel bilimsellik”ten hangisi “statüko”nun bir parçası, hangisi “değişim”ciliğin öncüsü?
***
21. yüzyıl “sol”u; ulus-devlet modeline mıhlanmış politikaların tümünü, koltuk ihtirasının zembereklediği hem oportünist, hem demagojik bir “statüko”culuk olarak görüyor ve bilime dayalı evrensel bir şeffaflaşmanın öncülüğünü benimsemeyi mi yeğliyor?
***
Bu tür soruların yanıtları netleştikçe ve Türkiye gibi köylü ağırlıklı bir toplumda kavram kargaşası imbiklerden süzüldükçe; gerek kitle koşullanmaları, gerek bu koşullanmaların nasıl kök saldığı konusunda, çok değişik bir topografya çıkacaktır ortaya...
***
Örneğin yoksul ve adam yerine konmayan ezilmiş bir köylülükle, tepeden kışla emirli bir “laiklik”; saç örgüsü olabilir mi?
Nasıl ki, “aristokrat sınıfının” dışındaki kitleleri etiketleyen “halkçılık” kavramıyla da; sınıfsallığı perdeleyen “milliyetçilik” kavramı, yapışık ikiz kardeşlermiş gibi değerlendirilebilir mi?
***
Yerli politikamızın sol kanadında ağırlık kazanma özlemi çeken politikacılarımız; son 80 yılda resmi araba alım ve bakımlarına harcanmış yüz milyarlarca dolarla, yine son 80 yılda itfaiye örgütüne harcanmış paraları karşılaştırsalar ve “Kemalizm” de dahil, statükoculuğu aşmaya yönelseler...
Politika oportünizmini aşan, bilimselliğe dayalı ilerici bir değişimcilik; yerel gündeme “zorunlu askerlik” konusunu taşımalı mı, taşımamalı mı?
Milliyet, 17 Kasım 2006
|