Medya, ‘kötü darbe’ 12 Eylül’ün yıldönümünde, ‘iyi darbe’ 28 Şubat’a benzer bir hazırlığın içinde. Cinayete maruz kalan bir kesimi, şapkadan tavşan çıkarma uyanıklığıyla mağdur hale getirmek istiyorlar.
Binlerce insanın ölmesine, sakat kalmasına, kaybolmasına sebep olan 12 Eylül süreci ve darbesi şüphesiz Türk insanının hem bedeninde, hem de zihninde çok derin sakatlıklar bıraktı. Bir nesil öksüz, yetim ve yitik büyüdü. Şartlar yerine gelsin, ‘netekim’ Evren Paşa iktidar olsun da bütün bir ülkeyi iki dudak arasında yönetebilsin diye kırıldı gitti, bütün bir gençlik. Büyük devletlerin yüksek çıkarları için birkaç bin kişi ölse, birkaç on bin kişi yetim ve sakat kalsa, bir o kadarının da hayatı kaybolup gitse ne olur ki?
Darbeler iyi kötü tartışıldı bu ülkede; ama darbeye giden süreç neredeyse hiçbir zaman konuşulmadı. O dönem merkezi Konya’da olan ikinci ordu komutanı Org. Bedrettin Demirel, darbeye çok önceden karar verdiklerini ancak şartların tam olgunlaşması için beklediklerini söylemişti. Söylemişti söylemesine; ama bu öylesine geçilen, üzerine hiçbir fırtına kopmayan bir açıklama olarak kaldı. Şartların oluşması ne demekti yani? “Bu şartların oluşmasına sizin katkınız ne kadardı sayın paşam?” diye sormadı kimse. Psikolojik Harekât’ın önemli isimlerinden emekli Kurmay Albay Tahir Tamer Kumkale’nin Zaman’dan Emre Soncan’a yaptığı açıklamalara da kimse kulak asmayacak ve 12 Eylül darbesine eleştiriler yağdıran medya grubu, psikolojik harbin İsmailağa tezgahına odun taşımaya devam edecekti. Kumkale, 12 Eylül döneminde anarşi ve terör olaylarının içinde özel yetiştirilmiş kişilerin olduğunu, bazı genç subayların bizzat anarşi ve terör olaylarının içinde militan gibi devlete karşı saldırıları yönettiğini ve bunun da mahkeme tutanakları ile belirlendiğini söylüyor.
Burada tartışılması gereken konu, Türkiye’nin olağanüstü şartlar yaşamasında psikolojik harekâtın etkisinin ne kadar olduğu. 12 Eylül öncesi, Türkiye darbe şartlarına hazırlanırken psikolojik harekâtın oldukça katkısı olduğu, bugünkü ve o günkü itiraflarda ortaya çıkıyor. 28 Şubat sürecindeki olaylar ise hafızalarımızda çok taze. Andıç olayıyla zirveye çıkan yalan haber ve psikolojik savaş taktikleri, ülkeyi olağanüstü şartlara hazırlayanların bütün yalanlarını ortaya döktü. Andıç olayının ve diğer yalan haberlerin sorumlusu medyanın sokağa çıkamaz hale gelmesi gerekirken, bugün aynı tezgâhı aynı üslupla yine sahneliyorlar. Önemli bir ismini cinayetle kaybetmiş bir cemaati mağdur iken mahkum haline getirdiler. “Sakallıdan mağdur olmaz” genel kabulüyle inanılmaz bir linç girişimi başlatıldı. Asıl rahatsız edici olan, malum medyanın tek soluk, tek ses gibi yayın yapıyor olması. Bu tezgâha farklı bir açıdan bakmak kimsenin aklına gelmiyor nedense. Dün Tamer Korkmaz da köşesinde yazdı; o esnada camide bulunan Remzi Koç, Fatih Cumhuriyet Savcılığı’na verdiği ifadede İsmailağa imamını öldürenin de linç edenin de cemaatten olmadığını söylüyordu. Tabii kimsenin bunu dinleyecek hali yoktu.
12 Eylül’de mağdur olmuş, işkence görmüş, yakınları öldürülmüş veya sakat kalmış birçok kimsenin 28 Şubat tezgâhında, darbeden yana tavır aldığını görmek çok acı bir şey. Bugünkü tezgâhlara da odun taşıyıcı görevi üstlenmesi birtakım aydının çift karakter taşıdığını çok açık gösteriyor. Zamanı geldiğinde demokrat, zamanı geldiğinde liberal, zamanı geldiğinde AB’ci, zamanı geldiğinde devletçi, zamanı geldiğinde de darbeci. Rüzgar nereden daha kuvvetli eserse oralı.
Zaman, 13.9.2006
|