Kendinizi devletin gerçek sahibi görüyorsanız, devletin koyduğu kuralları çiğneme hakkını da kendinizde bulursunuz.
12 Eylül öncesi anarşi ortamının böyle bir yaklaşımın ürünü olduğu, kuralları çiğneyenlerin anılarında da dökülmeye başlıyor.
Zaman gazetesinin dünkü nüshasında, Psikolojik Harekât Dairesi’nin mimarlarından olduğu vurgulanan emekli kurmay albay Tahir Tamer Kumkale’nin açıklamaları vardı.
Kumkale, “Anarşi ve terör olaylarının planlama ve uygulamasında, çok profesyonelce olaylar dikkati çekmiştir. Bu işin içinde özel yetiştirilmiş kişilerin olduğu, bazı genç subayların bizzat anarşi ve terör olaylarının içinde militan gibi devlete karşı saldırıları yönettiği mahkeme tutanakları ile belirlenmiştir” demiş.
Çünkü yabancı finans kaynakları ve Türkiye eliti, ülkenin yönetilemez hale geldiği sonucuna varmıştı. Özellikle finansal alanda reform adımları atılması, ücretlilerin sesinin kesilmesi, Türkiye’nin dünya pazarıyla yakınlaştırılması gerekiyordu ve sivil yönetimler bu adımları atmaktan acizdi.
Günden güne tırmandırılan terör olayları sonucu halk, huzur olsun da nasıl olursa olsun noktasına getirildi.
Ordu yönetime el koydu, Demirel’in deyimiyle terör olayları bir günde bıçakla kesilmiş gibi durdu. (...)
AB’ye yakınlaşıyoruz dediğimiz dönemde bile kimse bu dönemin hesabını sorma cesaretini gösteremiyor, çünkü zihinlerin demokratikleşmesi açısından hâlâ Arjantin, Şili gibi ülkelerin çok gerisindeyiz.
Bunda ülkenin büyük medyasının askeri zihniyetinin ağırlığının da büyük önemi olduğunu düşünüyorum. Herkes ne kadar demokrat, ne kadar darbelere karşı olsa da son kertede sivil topluma değil, orduya sığınıyor.
Radikal’de Neşe Düzel’in konuğu olan İlter Türkmen bile, Türkiye’nin neden İran olamayacağı sorusuna, “Çünkü Türkiye’de ordu var” şeklinde yanıt veriyordu.
Dün size veya yakınlarınıza zarar vermiş olan bir müdahale, bugün yaşam biçiminizi tehdit ettiğine inandığınız kesimlere yönelebilir. Kimse bunun yolunu kapatmak istemiyor, o yüzden geçmişin üzerine gitme cesareti gösteremiyor. Toplumun eliti olduğunu iddia eden kesimler böyle davrandıkça da sivil siyasetin alanı daralıyor, bunun sonucunda da toplumun kaderini yakından ilgilendiren konularda siyaset kurumu çözüm üretemiyor.
İşte Başbakan Erdoğan’ın müthiş Diyarbakır gezisi ve arkasından gelişen olaylar. Şemdinli’de bombaların patlamaya başlamasının ardından Erdoğan’ın arkasında toplumsal destek kalmadı ve Başbakan bir daha Kürt Sorunu kelimesini ağzına alamadı.
Geçmişin darbelerine eleştirel, günümüz müdahalelerine hoşgörülü bakarsanız siyaset kurumunun geleceği nokta da kaçınılmaz olarak burasıdır.
Sabah, 13.9.2006
|