Ruh, kaynağını İlâhî bir güçten alır ve Onunla irtibatlıdır. Tıpkı bir uydunun cihazlara yansıyarak onları çalıştırması gibidir. Yayın, uydu kanalıyla yapıldığında, cihazda görüntü elde etmek mümkün olur. Yoksa uydu yayını kesildiğinde cihazın hiçbir özelliği kalmaz. Şimdi uydu ile irtibatlı olan mahallerde, televizyon cihazını nereye koyarsanız koyunuz, ilgili şartları yerine getirdiğinizde; yani o televizyonu uydu ile irtibatlandırdığınızda televizyon çalışır. İrtibatı kestiğinizde asla çalışmaz.
Bilindiği gibi, televizyondaki görüntüler televizyon kutusunda değildir. Uydu aracılığıyla belli bir merkezden yapılan yayından elde edilen görüntülerdir. Eğer bu kanunu kabul etmezseniz, görüntülerin televizyon kutusu içinde cereyan ettiğini kabul etmek zorunda kalırsınız. İşte insanın cesedi bir kutudur. Bu kutuda bulunan tüm cihazları çalıştıran ruhtur; ruh ise İlâhî bir güç kaynağından beslenmektedir.
Ruh konusu çok kısır bir konudur. Bu konuda çok fazla doyurucu bilgi bulamıyoruz. Ancak Bediüzzaman, "bekâ-i ruh" konusunda aklı tatmin edecek çok değerli bilgileri Kur'ân-ı Kerim'den tefsir ederek bize sunmuştur. Bu konuyu oraya havale ederek ve ruh konusunda çok fazla ayrıntıya girmeden, kısa kesmek gerekir. Burada asıl vurgulanması gereken şey, ruhsal zekâ diye bir şey var mıdır? Yani ruhun zekâ olgusunu etkileme boyutu nedir?
Eğer ruhsal boyutta zekâ denen şey varsa, o zaman şu sonuca da varabiliriz: Hem duygunun, hem de ruhun hafıza, bilinç, düşünce gibi diğer hasseleri de mevcuttur. Gerçi Bediüzzaman ruh için "bir kanun-u zî vücud-u haricidir. Bir namus-u zîşuurdur" diyor. Yani ruhun şuurunun/bilincinin var olduğundan bahsediyor. Ancak ruhsal zekâ diye bir şey var mıdır? Bu konuyu değerli yazar Muhammed Bozdağ ortaya atmış ve bu konuda değerli bir kitap yazmıştır. Ancak ona gönderdiğim e-mailin cevabı olarak bana şu karşılığı vermişti:
"Benim Ruhsal Zekâda anlatmaya çalıştığımı görmüşsünüzdür. Bilincimize, beş temel duyumuzun dışındaki alanlardan veriler geldiğine inanıyorum. O verileri elbette beynimizle işliyoruz; ama bildiğimiz duyularımız kanaliyle maddî uzaydan aldığımız veriler değildir onlar.. Veya feedback verdiğimizde de etkisi o tarafa gidiyor... İnanma, gerekçe, kanaat, duygu, ruhsal etkileşim İlâhî irade gibi alanlar, öteki boyutla bağ kurabildiğimiz alanlar biçiminde canlanıyor zihnimde..."
Yukarıdaki cevaptan da anlaşıldığı gibi, ruhsal zekâ deyince, başka bir zekâ türü olarak algılamak yanlış olur. Ancak İlâhî güç kaynağından beslenen ve o kaynaktan beslenince hem dünyevî, hem de uhrevî başarıya ve mutluluğa erişecek olan insan zekâsından bahsedildiği anlaşılmalıdır. Aksi takdirde, kavram kargaşası yaşayabiliriz.
Sayın Bozdağ'ın da vurguladığı gibi, ruha yansıyan ve dolayısıyla zekâ olgusunu da etkileyen ve İlâhî bir güç kaynağından bize ulaşan feedbackler (takviyeler) ile başarı grafiği daha da yükseliyor ve daha da önemlisi anlam kazanıyor. Yani sadece dünyevî bir amaç taşımaktan öteye giderek, mânâ âlemleriyle örtüşüyor ve bütünleşiyor. Aksi takdirde, kuru bir dünyevî başarı ile yetinilmek zorunda kalınıyor. Bu türden başarılar, emekli olmakla veya kabre ulaşmakla sona eriyor; mânâ alemiyle kucaklaşamıyor.
Sonuç olarak, ruhun zekâ ile bütünleşerek optimal fayda sağlaması, İlâhî kaynaktan beslenmesi ile mümkün olabilmektedir. O zaman yapılan her şeyin bir anlamı ve güzelliği olacaktır. Bu durum, maddenin mânâ boyutuyla bütünleşmesi anlamına gelmektedir.
|