Bugün asıl sorulması gereken soru, “Kırmızı çizgilerimizi koruyarak neler yapabiliriz?” sorusu değil; “Biz neden boyuna kendi etrafımıza kırmızı çizgiler çizip duruyoruz?” sorusudur.
Şimdiye kadar ne faydasını gördük de bu kadar meraklıyız bu kırmızı çizgilere? Geçmişte Irak ya da Kıbrıs konusunda çizdiğimiz kırmızı çizgiler, kendi kendimizi sınırlamaktan, manevra imkanımızı yok etmekten ve politikacılarımızı siyaset üretemez hale getirmekten başka ne işe yaradı ki, boyuna yeni kırmızı çizgiler üretip duruyoruz?
Siyaseti kırmızı çizgiler içine hapsetmek, yani dondurup değişmez kılmak her şeyden önce, siyasetin doğasına uymuyor. Çünkü siyaset, zamana, değişen şartlara ve güçler dengesine uygun yeni çözümler üretme sanatıdır. “Siyasette çözüm tükenmez” lafı da buradan gelir. Siyaseti kırmızı çizgiler içine hapsederseniz, bütün kavramlarınız, jargonunuz da değişir:
Siyasette “mümkün olan en iyiye varma hedefi” vardır, kırmızı çizgili siyaseti “zafer”den aşağısı kurtarmaz.
Siyasette uzlaşma vardır, kırmızı çizgili siyasette ihanet!
Demokrasilerde hiçbir konuda ilelebet geçerli olacak, ezelden ebede sürecek bir politikadan söz edilemez. Zira, saptanmış ve değişmez ilan edilmiş bir politikadan söz ettiğiniz anda, politika tayininde halkın iradesini dışladığınızı da ilan etmiş olursunuz. Çünkü demokratik ülkelerde bütün politikalar, halkın iradesini yansıtan halk temsilcileri tarafından tespit edilir. Halkın iradesi değiştikçe, o temsilciler de, onların tespit ettikleri politikalar da değişir.
“Kırmızı çizgi” savunuculuğu “Kırmızı Kitap” yazarlarına ve savunucularına yakışabilir. Ama seçilmişlerin ağzına hiç yakışmıyor doğrusu...
Bugün, 14.6.2006
|