Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 15 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Düşünce özgürlüğü: Şevket Eygi ve diğerleri

Perihan Mağden gibi aydın kişilerin yargılanması, Şemdinli davasında Van Savcısı’nın görevinden alınması, askerlerin verdikleri demeçler, AB üyelerinin ülkemizde teşhis ettikleri uygulama yanlışlarından sadece birkaçı.

Kıbrıs/Rum engeline takılıp kaldığımız için maalesef AB Ortak Tutum Belgesi’ndeki mesajlara yeterince dikkat edemedik.

AB ülkeleri, Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesine ve benzerlerine dayanılarak açılan davaları eleştiriyor. Türklüğe hakaretten (madde 301) yargılanan Hrant Dink ve Orhan Pamuk; halkı askerlikten soğutmakla (madde 318) suçlanan Perihan Mağden gibi kişiler, adalet mekanizmasının, uygulamada, Avrupa standardının gerisine düştüğünü gösteriyor.

***

Vicdani red hakkını Avrupa Konseyi’nde 46 ülke tanıyor. Ama maalesef, Türk Ceza Kanunu’nun 318’inci maddesinde şöyle bir hüküm mevcut:

“Halkı askerlikten soğutacak etkinlikte teşvik ve telkinde bulunanlara veya propaganda yapanlara 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası verilir.”

Perihan Mağden, Genelkurmay’ın suç duyurusunun orantısız olduğunu vurgularken, “vicdani red” hakkı ile “askerlikten soğutma” eylemi arasındaki hassas çizgiye de işaret etmiş oluyor. Maden’in, “Sakın askerlik yapmayın” şeklinde teşvik veya telkini olmuş mu ki, fiili, bu madde kapsamına sokuluyor?

Türkiye’nin, “İfade özgürlüğünü geliştirecek reformları önemli buluyoruz” mesajını AB’ye verebilmesi için, problemin “uygulama”

ile sınırlı kalmadığını görmesi ve sorunlu maddeleri elden geçirmesi gerekiyor. Meselâ, 216 (Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama), 288 (Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs), 301 (Türklüğü, Cumhuriyet’i, devletin kurum ve organlarını aşağılama), 318 (Askerlikten soğutma) yeniden düzenlenmeli. Sadece uygulamada değil, metinlerde de sorun var.

***

Bu arada bir çifte standardı da hatırlatmak istiyorum.

Hrant Dink, Orhan Pamuk veya Perihan Mağden’de yer yerinden oynuyor. Ama Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi’nin mahûmiyetinin onaylanmasını pek fark eden olmuyor. Fark edilse bile, kimse, onun özgürlüğünü savunma gereğini hissetmiyor.

“Din düşmanlığı terörü” başlıklı yazısında, Eygi özetle şu görüşleri dile getirmişti: “Devletin temel nizamlarını masonluk, dinsizlik, ateizm, rötaryenlik, lionsçuluk, sabetaycılık üzerine oturtmak maksadıyla propaganda yapmak, faaliyette bulunmak serbest, ama Müslümanlar’ın İslâmi hük ümleri hayata hâkim kılmak için çalışmaları yasak. ‘Düşmanlık yapanların hepsi sabetaycıdır’ demiyorum ama, onların içinde çok militan, çok azılı, çok ileri giden Selânik dönmeleri vardır.”

Bu sözleri şahsen ben de, hiç ama hiç tasvip etmiyorum ama, şiddet unsuru içermeyen cümleleri ifade özgürlüğü kapsamında görmek gerekmez mi? Nitekim, Yargıtay 8. Ceza Dairesi, böyle bir yorumla, İstanbul DGM’nin Eygi aleyhine TCK 312’den verdiği kararı bozmuştu. Ama Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Eygi’nin cezalandırılmasını talep etti. 15 Mayıs 2005’te verilen bu karardan sonra, dosya önce ağır ceza, sonra asliye ceza mahkemesine gitti. Yetki sorununu aşmak üzere dosya Yargıtay’a intikal etti.

Mehmet Şevket Eygi, Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde de, 9 Mayıs 2006’da, TCK 216’dan (eski 312), “Gayret ve Hamiyet” yazısı yüzünden mahkûm oldu.

Bu yazıda Eygi, başörtüsü ve imam hatip konularında, Müslümanlar’ın yasal yoldan haklarını aramasını istemişti. Makalesinde, Necip Fazıl Kısakürek’ten esinlendiği çarpıcı bir cümle de yer alıyordu: “Kapınızın önündeki paspasta kızınıza tecavüz ediliyor. Siz evin içinde rahatça oturuyorsunuz.”

Savcı beraatını istedi ama, hâkim “Yazının bütününden sanığın, üzerine atılı suçu işlediği anlaşılmıştır” dedi. Hangi cümlesi suç sayılmıştı. Eygi bunu öğrenemedi.

Hükûmetin “Biz kanunları çıkarttık... Uygulama için zihniyet değişikliğini beklemek gerekir” demesi doğru değil. Düşünce özgürlüğü hususunda hâkimin takdir hakkının daraltılması gerekiyor.

Takvim, 14.6.2006

Nazlı ILICAK

15.06.2006


 

Türkiye’nin imaj karnesi

Orhan Pamuk, Hrant Dink, Perihan Mağden... Ve “soldan, sağdan” daha başkaları... Kimi yargılandı, kiminin yargılanması sürüyor... “Neden” dolayı?

Yazılarından.

Hasan Cemal, Murat Belge, Erdal Şafak, İsmet Berkan.

Ve “daha başkaları.”

Onların da başlarına “aynı işler” geliyor.

Neden?

Yazılarından dolayı haklarında soruşturma açılanlara yazıları ile destek vermelerinden dolayı.

Eğer bu kadar çok aydın hakkında “konuştu” diye, “yazdı” diye, “yazısından dolayı yargılanana, yazısıyla sahip çıkarak mahkemeyi etkiliyor” diye dava açılabiliyorsa...

1. Ya kanunda bir “sakatlık” var.

2. Ya da savcının yorumunda bir “sorun.”

Ama değişik zamanlarda ve değişik yerlerde, değişik savcılar tarafından “böyle davalar” sıkça açıldığına göre...

* Yeni TCK demek ki, kanayan yaraya merhem olmuyor.

* Yeni TCK için çekilen “özgürlüklerin kapsamını genişletti” nutukları gerçeği yansıtmıyor.

“Yeni TCK” bir yıldır uygulanıyor.

Bir yıllık uygulamanın “meyveleri” eğer buysa...

Yeni yasanın “mimarlarının” bir kez daha düşünmeleri gerekiyor.

Aydınlar yargılanırken “bir şey daha” oluyor.

Daha doğrusu 3 şey.

Yargılanan kişi:

* Adliyenin önünde...

* Adliye koridorlarında...

* Mahkeme salonunda...

Ya “fiili”, ya “fiziki”, ya da “sözlü” saldırıya uğruyor.

“Taciz” ediliyor.

Tehdit ediliyor.

Üstelik de “örgütlü bir kalabalık” tarafından.

Aydınların yargılanmasına engel olamıyoruz, bu ortada.

Ama “adliyede saldırıya uğramalarına” da mı engel olamıyoruz?

Bu durum “utanç verici.”

Ne “demokratikleşme paketine” sığıyor, ne “uyuma.”

(...)

Ya yarın “Danıştay’dakine benzer bir durum” doğuverirse...

Ya yarın biri “bıçaklı saldırıya” uğrarsa...

“Silah” patlarsa...

“Ölüm” olursa...

Tek kişinin “kılına zarar gelirse...”

Bunun “hesabını” kim verecek?

“Nasıl” verecek?

“Utancını” kim taşıyacak?

“Toplumsal tahribatı” ne olacak?

“Ülkeye yükleyeceği zarar” nasıl karşılanacak?

2006’daki imajımız “yazarlarını yargılayan ve yargılarken de saldırıya maruz bırakan bir ülke” şeklinde mi olmalıydı?

Ey İçişleri!

Ey Adalet!

Ey Hükümet!

Ey Yüce Meclis!

Alooo!..

“Ses” geliyor mu?.. “Alarm” çalıyor, duyuluyor mu?

Sabah, 14.6.2006

Yavuz DONAT

15.06.2006


 

Asıl baş ağrısı

Türkiye için asıl “büyük baş ağrısı” Kıbrıs sorunundan ziyade “demokratik reform süreci”nin tavsaması veya durması olacak. Ekim-Kasım aylarında yayınlanacak “İlerleme Raporu”nun özetini AB Komisyonu’nun “Ortak Tutum Belgesi”ni okuyunca gördük. Türkiye, “demokratik sicil” bakımından iç açıcı bir fotoğraf vermiyor.

Şemdinli, Perihan Mağden davası, duruşma salonundaki utanç verici manzaralar, Elif Şafak hakkında romanı üzerinden açılan soruşturma, Hrant Dink’e ilişkin safahat, zaten iç açıcı olmayan “demokratik sicil”in üzerine tuz biber ekiyor. AB yolunda ilerleyen hiçbir ülkenin “ifade özgürlüğü” hali, pür melali açısından, romanların, makalelerin her an yargının “Damokles’in kılıcı” altında tutulduğu bir hali olamaz. Olamaz. Nokta.

Lüksemburg yolunda ve Lüksemburg’ta sık sık birlikte olabildiğimiz Abdullah Gül, neyse ki, bu “berbat manzara”nın farkında. Kendisinin “ayağımıza ateş etmek” sözünü söylediğini hatırlatıyor. Bakanlar Kurulu’nda arkadaşlarına bunları anlattığını ekliyor. Ve, en önemlisi Türkiye’nin “demokratik reform süreci”ne devam konusunda ciddi bir istekliliği vurguluyor.

Türkiye, bunu becerebildiği yani demokrasi yolunda ciddi mesafe alabildiği, Kemal Kerinçsizleri gündeminden düşürebildiği oranda, AB’deki karşıtlarını da silahsızlandıracak ve Kıbrıs sorununa ilişkin manevra alanını genişletecek. Bu idrak, Lüksemburg yoluna düşen herkesin ortak algılaması oldu.

Her şeye rağmen, dikkate almamız gereken çarpıcı bir gerçek var: AB güzergahında ilerleyen “Türkiye treni”, 17 Aralık 2004, 3 Ekim 2005 istasyonlarından geçerek 12 Haziran 2006 istasyonuna da vasıl oldu.

Bu “tren”, bu “güzergahta” ilerledikçe, “Sincan’da tankların balans ayarı yapması” ihtimalinden uzaklaşıyor.

12 Haziran 2006, Türkiye’nin bundan çok uzun da olmayan bir süre önce inanılamayacak bir noktaya, AB ile “fiili müzakerelere başladığı”, Kıbrıs Rumları’na veto kullandırtmadan, onların istediği hususları onların istedikleri şekilde metinlere geçirtmeden, ilk kez bir “fasılın açılıp kapatılabildiği” bir gün olarak, “tarihi” bir gün olarak kayıtlara düştü.

Bugün, 14.6.2006

Cengiz ÇANDAR

15.06.2006


 

Kırmızı çizgiler

Bugün asıl sorulması gereken soru, “Kırmızı çizgilerimizi koruyarak neler yapabiliriz?” sorusu değil; “Biz neden boyuna kendi etrafımıza kırmızı çizgiler çizip duruyoruz?” sorusudur.

Şimdiye kadar ne faydasını gördük de bu kadar meraklıyız bu kırmızı çizgilere? Geçmişte Irak ya da Kıbrıs konusunda çizdiğimiz kırmızı çizgiler, kendi kendimizi sınırlamaktan, manevra imkanımızı yok etmekten ve politikacılarımızı siyaset üretemez hale getirmekten başka ne işe yaradı ki, boyuna yeni kırmızı çizgiler üretip duruyoruz?

Siyaseti kırmızı çizgiler içine hapsetmek, yani dondurup değişmez kılmak her şeyden önce, siyasetin doğasına uymuyor. Çünkü siyaset, zamana, değişen şartlara ve güçler dengesine uygun yeni çözümler üretme sanatıdır. “Siyasette çözüm tükenmez” lafı da buradan gelir. Siyaseti kırmızı çizgiler içine hapsederseniz, bütün kavramlarınız, jargonunuz da değişir:

Siyasette “mümkün olan en iyiye varma hedefi” vardır, kırmızı çizgili siyaseti “zafer”den aşağısı kurtarmaz.

Siyasette uzlaşma vardır, kırmızı çizgili siyasette ihanet!

Demokrasilerde hiçbir konuda ilelebet geçerli olacak, ezelden ebede sürecek bir politikadan söz edilemez. Zira, saptanmış ve değişmez ilan edilmiş bir politikadan söz ettiğiniz anda, politika tayininde halkın iradesini dışladığınızı da ilan etmiş olursunuz. Çünkü demokratik ülkelerde bütün politikalar, halkın iradesini yansıtan halk temsilcileri tarafından tespit edilir. Halkın iradesi değiştikçe, o temsilciler de, onların tespit ettikleri politikalar da değişir.

“Kırmızı çizgi” savunuculuğu “Kırmızı Kitap” yazarlarına ve savunucularına yakışabilir. Ama seçilmişlerin ağzına hiç yakışmıyor doğrusu...

Bugün, 14.6.2006

Gülay GÖKTÜRK

15.06.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004