Yaşadığımız “derin fitne” sürecindeki acı ve ibretli hadise ve tecrübeler bir kez daha gösterdi ki, siyaset, ticaret ve dünyevîleşme tuzakları hem cemaatleri yoldan çıkarıp dejenere ediyor hem toplum nezdinde büyük itibar ve güven kaybetmelerine yol açıyor hem de siyaseti tahrip ediyor.
O tuzaklara düşülmesinin her alandaki bedeli ise taşınamayacak kadar ağır oluyor.
Eğer cemaatler manevî hizmetler olarak ifade edilen çerçevede kalıp inançlı ve şuurlu nesiller yetiştirmek, toplumun manevî hayatını geliştirmek ve zenginleştirmek, iman, salih amel ve ahlâk eksenli bir hayat anlayışını kitlelere mal etmek, haram-helâl hassasiyetini vicdanlara yerleştirmek, bu fâni dünyanın ebedî bir hayata hazırlanma yeri olduğu bilincini kuvvetlendirmek gibi temel hedeflere yoğunlaşsalardı, bu haller yaşanmazdı.
Siyasetle mesafeli bir duruş menzilinde kalabilselerdi, çıkarcı politikaların getirdiği kirlenme ve yozlaşmalardan etkilenmezlerdi.
Öte yandan, siyaseti topuza, iman hizmetini nura benzeten Üstad boşuna “Yüz elimiz dahi olsa nura ancak kâfi gelir” demiyor. Zira yine Üstadın ifadesiyle dünyaya çağıran çok, ama ahireti hatırlatan yok denecek kadar az. Ve cemaatlerin asıl gündemi ve işlevi nazarları ahirete çevirip, insanları “Dünya ahiretin tarlasıdır” şuuruyla yaşamaya teşvik etmek olmalı.
Oysa ticarîleşme, siyasîleşme ve dünyevîleşme tuzakları cemaatleri de bu aslî görevlerinden uzaklaştırıyor ve yozlaştırıyor.
Tarafgirlik ve rekabet işin içine girdiğinde ise, adalet ve hakkaniyet hassasiyeti ve kardeşlik hukuku da erozyona uğruyor.
Hep dediğimiz gibi, bu durumdan artık bir an önce çıkılıp, tecrübelerden ders alınarak aslî hizmetlere dönülmeli, hasar tesbiti yapılarak mümkün olan en kısa sürede tamiri için seferber olunmalı ve bu onarım süreci önce cemaatlerin kendi içinde başarılmalı.
Daha sonra da toplumun manevî dokusunda açılan yaraların fert fert sarılması, iyice aşınan ahlâkî duyarlılıkların takviyesi, inanç ve fikir dünyalarındaki derin zaaf ve boşlukların kuvvetlendirilip doldurulması için topyekûn bir “manevî harekât” başlatılmalı.
Bilhassa gençliğin çok derinleşen manevî bir boşluğa düştüğü ve “alevleri göklere yükselen müthiş yangın”ın nice gencin hem dünya hem ahiret hayatını tehdit ettiği bir ortamda bu seferberlik çok daha büyük bir önem ve âciliyet kazanmış durumda.
Toplumun manevî dinamikleri olan, öyle olmaları ve öyle de kalmaları gereken cemaatlerin en önemli gündemi bu olmalı.