Yeni Asya, en başından beri 15 Temmuz darbe girişimini hain bir kalkışma hareketi olarak görmüştür. 15 Temmuz gecesi kanlı kalkışmayı önlemeye çalışırken şehit düşen güvenlik güçlerimize ve masum insanlarımıza tekrar Allah’tan rahmet diliyoruz. Mekânları cennet olsun.
Bu vesile ile Yeni Asya’nın 15 Temmuz’a bakışını tekrar hatırlatmak istiyoruz: Ülkemiz, 15 Temmuz darbe girişimi ile maddî ve manevî büyük bir yara almıştır. Maddî tahribat bir tarafa, manevî zarar ve tahribatın tesirini ortadan kaldırmak zaman alacaktır. Yeni 15 Temmuzlar yaşanmaması için ülkemizi o günlere getiren süreci iyi okumak gerekmektedir. 2002’de başlayıp 2016’ya kadar yaşanan süreçte, gerek “Faydalan, faydalandır” anlayışının hâkim olduğu dönemlerin, gerekse 2012’den itibaren ortaya çıkmaya başlayan çatışma ve gerilim dönemlerinin tarafı olmadık, müsbet hareket prensibi ile eleştirilerimiz ve tavsiyelerimizi her iki tarafa da ilettik.
Hatırlatmak gerekir ki, Yeni Asya dini siyasete âlet eden siyasî hareketlerin de “siyasetli cemaat” anlayışlarının da her zaman karşısında olmuştur. Zira din herkesin ortak bir değeri olup, iç ve dış siyasette bir propaganda aracı olarak kullanılmamalıdır. Bugün dinî hareketler dahil sivil yapıların karşılaştığı önemli risklerden birisi “devletçi olmak” ya da devlet kontrolündeki yapılara dönüşmektir.
İş birliği ve ittifak içinde oldukları dönemlerde “Meşrû hedeflere meşrû yollardan gidilmeli” kuralını işletmeyen “siyasî iktidar ve cemaatin,” 15 Temmuz öncesinde yanlış temeller üzerinde bina edilen birliktelikleri ve “Kazan kazandır” anlayışı içinde hareket etmeleri, sosyal, siyasî ve ekonomik açıdan ülkemizi derinden etkilemiştir. Devlet kadrolarının kendi aralarında paylaşılması, siyasî iktidarın cemaatin insan kaynaklarından yararlanarak güç elde etmek istemesi, cemaatin de devletin imkânlarından yararlanarak büyümeyi hedeflemesi zaman içinde bir çatışmaya yol açmıştır.
“Beşer zulmeder, kader adalet eder” prensibinden hareketle “cemaat,” “Gayr-i meşrû bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir” gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Uzun yıllardır bir strateji haline getirilen “Bu milletin evlâtları mülkiyeye, adliyeye, askeriyeye, emniyete, hariciyeye... girmeli” ve “Sistemin can damarlarında, iz bırakmadan yol almalı” söylemleri sonuç olarak bütün cemaatlerin itibar ve imaj kaybetmesine sebep olmuştur.
Konunun bir diğer önemli yönü de devletin en üst tabakasında görev yapan kişilerin de beyanıyla, “iç ve dış güçlerin iş birliği” ile yapıldığı belirtilen 15 Temmuz darbe girişiminin bütün yönleriyle aydınlatılamamış olmasıdır. Bu açıdan darbe girişiminin arkasında kimlerin olduğu hâlâ cevap beklemektedir. Dolayısıyla bu durum tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Darbe girişimi öncesinde Türk istihbarat teşkilâtlarının ne kadar bilgi sahibi olduğu ve bu bilgileri nasıl değerlendirdiği tartışılmaktadır. Darbe girişimi öncesinde gelen istihbarat raporlarının neden yeterince ciddiye alınmadığı ve gerekli tedbirlerin neden alınmadığı soruları cevap beklemektedir.
Darbe girişimi sonrasında tutuklanan ve yargılanan kişilerin dâvâlarının adil olup olmadığı konusu da tartışmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kanunen suç olmayan davranış ve fiillerden suç isnat etme, hak ihlâli ve adil yargılanma hakkının ihlâl edildiğine dair verdiği kararlar yanında yeni teşekkül etmeye başlayan Yargıtay kararları ve Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bazı kararlar konunun önemine dikkat çekmektedir.
Süreci hatırladığımızda hain denilenlerin kahraman, kahraman denilenlerin de hain ilan edildiği günleri yaşadık. Ayrıca mağdur pozisyonlarında olanlarla aynı durumda olan bazı insanlara dokunulmadığı gibi devletin en üst kadrolarında görev verilmesi ve bir “FETÖ Borsası” olduğu siyasî iktidar mensuplarınca da dile getirilen bir konudur.
Elbette ve tartışmasız olarak diyoruz ki; suç işleyenler ve suça ortak olanlar, cezalarını mutlaka almalılar, zira adaletin tecellisi bunu gerektirir. Demokratik hukuk devletine kast eden bir kalkışmanın fail ve sorumluları elbette ki hukuk prensipleri içinde hesaba çekilmeli ve haklarında gereken hukukî işlemler yapılmalıdır. Ancak adalet tecelli ederken suçun ve cezanın şahsîliğine ve masumiyet karinesine dikkat edilmesi gerekir. Bu durum toplumsal güven açısından da önem arz etmektedir. Bazı araştırmalarda toplumun yargıya olan güvensizliğinin %60’ın üzerinde olması bu konularda yeni düzenlemeler ve yaklaşımlara ihtiyaç olduğunu göstermektedir.
15 Temmuz darbe girişiminin siyasî ayağının olup olmadığı sorusunun cevabı da Türkiye’nin yakın tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu sorunun cevabı, darbenin arkasındaki tüm sorumluların ortaya çıkarılmasına ve bu tür hain kalkışmaların bir daha yaşanmamasına yardımcı olacaktır. Bu konuya odaklanan 2017 tarihli “TBMM Meclis Araştırması Komisyonu Raporu,” bir komisyon raporu olarak kalmış, Meclis gündemine gelememiştir. Bu komisyonların çalışmaları ve raporları, muhalefet partileri tarafından yetersiz bulunmuş ve eleştirilmiştir. TBMM’nin konuyu yeniden gündeme alması, bu konudaki soru işaretlerinin ortadan kalkmasına yardımcı olacaktır.
Yeni Asya olarak bu konulardaki düşüncelerimizi sizinle paylaşmaya başladık ve sonuç olarak diyoruz ki, Allah bu millete bir 15 Temmuz daha yaşatmasın.