Uçucu bir zamanın, çeşit çeşit hengâmeleri içinde kalan bizler gelişen olaylara yetişemediğimiz gerçeği ile karşı karşıyayız.
Bir yanda siyasi fırtınalar, bir yanda her günü, dünü unutturan sosyal olaylar âdeta başımızı döndürüyor. Beynimizin algı ve düşünme yetisini durduracak kadar hızlı ve değişen olaylar karşısında insan gerçeği algılamada zorlanıyor. Daha ötesi asıl yaratılış gayesi olan hakikati ıskalıyor. Hâlbuki bu akıl fikir ve diğer cihazlar hakikati aramak ve onu bulmak için verilmişti.
Haz ve hız dünyası içinde yuvarlanan insanın bu sarmaldan kurtulması mümkün mü? Elbette mümkün, ama çok zor. Her alandan hazlar ve tutkuları tetikleyen şeylerle, dışta, içte, evde, elde nefse hitap eden şeyler akıyor. Çağımız nefis ve şeytanın zirvede oturduğu ve ilahlılığını ilan ettiği çağ. Söz nefsin, düzen şeytanın. Şu ayetin en çok temessül ettiği vakitteyiz. “Nefis ve hevasını ilah edineni gördün mü? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın.”
Denilebilir ki mabut gibi tapılanların en şerlisi nefsin hevasıdır. Çünkü bu düşman içimizde öyle yamandır ki, insana akı kara, karayı ak gösterir. Göz, kulak, zihin bütün algılarımızı kendine göre ayartır. Böyle şiddetli ayartıcı varken insan hakkı bulmak ve hakikate göre gitmek için daima gözü kulağı kitapta, niyeti yaratılış gayesinde olmalıdır.
Her ne kadar zamanın getirdiği çekici zevkler, renkler ve keyifler bütün şiddetiyle başımızı döndürse de biz her zaman Allah’a kaçmalı (ve firru ilellah) ve her an sığınma makamında olmalıyız.
Bizi şaşırtan sadece nefis ve hevamız mıdır? Hayır. Bu gün aklıselim düşünmekten, fikri bulandıran bin bir çeşit olaylar, iddialar, akımlar cereyan ediyor.
Şimdi biz bu fırtınaların ortasında ne yöne bakacağımızı, hangi yola gideceğimizi bilemiyoruz. Şüphesiz elimizde en doğru kaynak Kur’an ve Sünnet var. Ancak zamanımızda sorunlar, ihtiyaçlar çoğaldı. Bununla birlikte yeni çıkan her şeye karşı çıkmakla hayatı yönetemeyiz. Bu noktada tüm sorunlara ve ihtiyaçlara Kur’anî bir yol ve yöntem gerekiyor.
Mesela: dijital dünyanın en son merhalesinde olan metaversa gibi bir sanal harikanın şeytanî tuzaklarla hazırlandığını görüyoruz. Şu durumda neslimizi bu alandan uzak tutarak kaçırabilir miyiz? Neyazık ki hayır. O halde orada Rahmani adacıklar oluşturarak zihinleri ve ruhları bu alanın şerrinden kurtarabiliriz.
Çağın iğfal ettiği zihinleri nasıl tedavi etmeliyiz. Diyebiliriz ki elimizde hakikatler var. Bu hakikatler ne kadar parlak olursa olsun gözler küsuf tutmuş olduğundan göremiyor, kulaklar ağırlıklar altında duymuyor. O halde gözlerin açılmasını, kulakların duymasını sağlamak için bu günde yeni formüller, onlara hitap edecek yollar bulmak gerekmektedir.
Biz ümmetin sonunda gelmiş yolcular olarak, bize açılmış yoldan, izden giderken, bizden sonra geleceklere yeni yollar, izler, işaretler bulmak ta vazifemizdir. Böylece zamana ve nesle Allah’ın (cc) izniyle Muhammedî (asm) mührünü vurarak Allah’ın huzuruna varmaya ahdetmeliyiz.
Tıpkı bu yaman zamana ve zulme Muhammedî (asm) damgayı vuran Gazze’li kardeşlerimiz gibi.
Selam ve dua ile...