"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Rüşvet ahlakî bir darbedir

31 Aralık 2014, Çarşamba
Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş: Rüşvet ve yolsuzluk ile devlet iki büyük darbe yiyor. Birincisi, kalkınmada kullanılacak ve büyük projelerde değerlendirilecek paralar bu şekilde şunun bunun cebine giriyor. İkinci olarak da bundan paylanan bir zümre ortaya çıkıyor. Böylece devlet ahlâkî bir darbe de yiyor.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en kıdemli hocalarından olan Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, evinin kapılarını bizlere açarak, gündemdeki bazı olayları değerlendirip, hayatından ibretlik hatıralar aktardı. 

PROF. DR. NEVZAT YALÇINTAŞ KİMDİR? 

1933 yılında Ankara’da doğdu. İstanbul Yüksek Ticaret ve İktisat Okulu’nu 1954’de bitirdikten sonra Fransa Caen Üniversitesi Hukuk ve İktisadî İlimler Fakültesi’nde Doktorasını, İngiltere’de Londra Üniversitesi London School of Ekonomics and Social Sciens’de de Doçentlik çalışmasını tamamladı. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nde İktisat Uzmanı olarak ilk defa devlet görevine başlayan Yalçıntaş, Devlet Planlama Teşkilâtı’nda çeşitli daire başkanlıkları ve  TRT Genel Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Türkiye’yi dünyanın birçok ülkesinde çeşitli milletler arası kuruluşlarında temsil eden Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, İslâm Kalkınma Bankası Araştırma ve Eğitim Enstitüsü Kurucu Başkanlığı, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı parlamentosunda Başkan Yardımcılığı görevini yürüttü. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde 39 yıl öğretim üyeliği yapan Yalçıntaş, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ünde İktisat Fakültesi’nde hocalığını yapmıştır. 

1933 yılında Ankara’da dünyaya geldiniz. Yasakların yoğun olarak yaşandığı bu dönemde yetiştiniz. O günlerden bahsedebilir misiniz?

Benim doğum tarihim cumhuriyetin 10. yıl dönümü ve o günki rejimin yeni bir Türkiye, şimdi de o ifadeyi kullanıyorlar ya, yeni bir devlet, yeni bir rejim kurduklarını ifade ettikleri ve gerçekten de öyle olan yeni bir devrin başladığı zaman. Bu yeni rejimin bir veçhesi baskıya dayanıyordu. İki türlü baskı oluşturuluyordu. Birincisi, o günün yöneticileri hilâfet ve saltanatı kaldırarak cumhuriyeti getirdikleri için yeni rejimin sağlam temeller üzerine oturtmak istiyor ve bazı demokratik olmayan, hatta insan hak ve hürriyetleriyle pek de bağdaşmayan uygulamalar yapıyordu. İkincisi ise, Batı medeniyetine uymak, sadece mazinin değerlerini devam ettirmemek değil, Batı rejiminin fikri anlayış ve yaşayışını kabul ettirmek gibi bir gaye vardı. Baskı pek çok alanda ortaya çıkmıştı. Özellikle, millî, manevî değerlerde. 

BASKICI ZİHNİYET DEVAM EDİYOR 

Diğer bir baskı da dinî yaşayışa yapılan baskıydı. O zamanki zihniyet hâlâ devam etmektedir. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde İslâmî yaşayışa karşı kadınlara hak verme sloganı altında, tesettür hor görülmüş ve İslâmî olmayan kıyafetlerle dolaşması için kadın teşvik edilmiş ve bu yönde baskılar yapılmıştır. Bunun neticesini de gördük. Daha düne kadar kapalı kadınlara yapılan baskıları hatırlıyoruz. Üniversitelerden tutun, lise öğrencilerine kadar. Sivas’ta yaşanan olayda birinci gelen kızcağız, sahneye çıkarıldı, hemen müdahale edildi, kadın polis geldi saçlarını başlarını yolarcasına kızın kafasını açtı. Bu zihniyet işte benim doğduğum yıllardaki baskı rejiminin zihniyetidir. Baskıcı rejimin uygulamalarına karşı yapılan baskıların düzeltilmesine Şemsettin Günaltay zamanında başlanmıştır. İmam Hatip okullarının temeli İmam Hatip Kursları olarak ilk olarak İstanbul Langa’da o zaman atıldı, Tevfik İleri zamanında da okula dönüştürüldü.

DİKTATÖR REJİM ANLAYIŞI

Baskılar zamanla giderek azaldı, ama sosyal hayattaki özellikle bazı tarihlerde o baskıcı zihniyet devam etti. Yakın tarihte cumhuriyet mitingleri altında kendilerini göstermek istediler. “Biz milletin efendisiyiz, biz milleti adam edeceğiz” dediler. Adamın zihniyeti bu; totaliter, diktatöryel, kendini milletin üstünde gören... Çoğu da yarı aydın, yarı cahil... Ben onu dememek için yarı aydın insanlar diyorum. Türkiye’nin idarî kademelerine yerleşmişler, dünyayı tam bilmezler, okuma yazmaları tam yok… bizler idare edeceğiz diyorlar. 

Babanız Ankara’nın en büyük tüccarlarındandı ve başından geçen ibretlik bir rüşvet hadisesi var. Bunu aktarabilir misiniz?

Bu olay genel bir durum olduğu için hatırlarda tutulup bilinmesi gereken bir olay. Ben o sıralarda lise talebesiyim, babam da Ankaralı bir toptancı. O zamanda bu işi yapan birkaç yer var bunlardan biri de Koçzadeler. Devlet ihalelerine giren de birkaç firma. Ben de o zamanlar babama ısrar ediyorum, ihaleye girmesi noktasında kendisi girmek istememesine rağmen. Sonuçta benim gayretlerimle giriyoruz. Bir bakanlığın yağ alım ihalesini kazanıyoruz. İhaleyi kazandığımız bir devlet memuru tarafından bizzat bize iletiliyor. Bizimle bir anlaşma yapılacağını bildiriyor. Açıklamalarının ardından ‘Yüzde kaç olacak benim komisyonum. Piyasada bunun bir oranı var yüzde 8, yüzde 10…’ diyor. Ben şaşırdım. “Biz ihaleyi bütün hesapları yapıp en düşük fiyatı vererek kazandık. Çok az bir kârımız var sizde yüzde 10 gibi bir komisyon istiyorsunuz. Mümkün değil dedim. Biz böyle ticarete alışkın değiliz” dedim. ‘Hadi biraz indir’ dedi o zaman. Böyle bir pazarlığa girdik. Yüzde yarım bile olsa bu tamamen devletin kasasından çıkacak, fazla parayı paylaşmak demektir. Bu tamamen devlete karşı yapılan bir suistimaldir. O arada ben Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Ahmet Hamdi Aksekili, Muavini kadılar meclisinden eski bir hâkim olan Lütfi Lostar ve Asım Köksal’dan birkaç arkadaşla beraber dersler alıyoruz. Fıkıh okuyoruz, tefsir okuyoruz, biliyoruz rüşvetin ne olduğunu, bu tekliften sonra da kıpkırmızı oldum ve o anda babamın niye ihalelere girmediğini anladım. Adama karşılık olarak “Bu rüşvettir” şeklinde de bir hamlığı da göstermedim, yaşı başını almış bir zat. Bu teklifini kabul edemeyeceğimizi bildirdik. O da, ‘O zaman ikinci sıradaki firmaya gideceğim’ dedi. 

“Zarar etmezsiniz” deyip de bir de yol gösterdi. “A değil B kalite yağdan verirsin. Onu teslim alan bizleriz. Parayı ödeyecek olan da bizleriz” dedi. Böyle bir ibretlik bir hadise yaşamıştık. 

HELÂL KAZANÇ TERK EDİLİYOR 

Bir takım insanlar daha dün, küçük bir iş adamı iken birdenbire büyüyor. Büyük inşaatlar, büyük imkânlar, içerisinde yatları var katları var ve bunlar birkaç sene içinde aniden büyüyorlar. Bu gibi durumların olması milleti hep şüpheye düşürür. Hem de helâl kazanç yerine haram kazanç vaki olur. İhaleler yapılıyor, elbette ihaleye giren insanlar kâr edecek, etsinler dürüst olduktan sonra devletin ihtiyacı karşılanır. Liman da yapılır, havaalanı da yapılır. Hepsinin dürüst, sağlam bir temele oturması lâzım. 

ÜÇLÜ BİR SİSTEM İŞLİYOR 

Rüşvet olayı üçlü sistem içinde işliyor. Devlet mekanizmasının kontrolünde bu mekanizmadan yararlananların namuslu insanlar olması yetmez, istihdam ettiğin insanların da dürüst, namuslu, vicdanlı insanlar olması lâzım. Bu üçlü sistemde, iş adamı, devlet ve siyasetçi var. Bugün devleti yürüten siyasetçiler, işte bu üçlü arasında aracı oluyorlar. Ödeyen devletin memuru, rüşvet iş adamıyla devlet memurları arasında cereyan ederken siyaseti elinde bulunduranlar da aracı oluyorlar. Birkaç vak’a son zamanlarda da meydana geldi, daha önce de meydana gelmişti. Hatta bazı bakanlar yüce divana hesap vermek zorunda kalmıştı. 

Bizde cumhuriyetin ilk yıllarındaki en önemli rüşvet olayı Gümrük ve Tekel Bakanı olan Suat Ürgüplü zamanında yaşanmıştır. Kendisi bir tahkikat komisyonu kurdu ve istifa etti. Tahkikatın neticesinde ise görevli birkaç küçük memur suçlu bulundu…

AHLÂKÎ DARBE EN KÖTÜSÜ

Ülkeyi idare edenler yeter ki bu konularda hassas olsunlar. Haramın binası olmaz. Devlet ilerleyemez, kaynaklarını israf eder. İktisatçı olarak şunu söyleyebilirim: Devlet, rüşvet ve yolsuzluk ile iki büyük darbe yiyor. Birincisi, kalkınmada kullanılacak ve büyük projelerde değerlendirilecek paralar bu şekilde şunun bunun cebine giriyor. Burada bir kere ekonomik bir darbe yenmiş oluyor. İkinci olarak da bunu gören bunu bilen, bundan paylanan bir zümre ortaya çıkıyor. Böylece devlet ahlâkî bir darbe de yiyor. Ahlâka indirilen darbe her şeyden daha kötüdür. Kimsenin başına dürüstlük jandarması koyamazsınız. “Çalıyor, ama yapıyor” anlayışı var bir de. Ona kadar inenler var. “Benim partim almayacak” demiyor da, “çalıyor, ama bir şeyler yapıyor” deniyor. Maalesef bir kesimde var bu. Ahlâk, Allah korkusundan ve inançlardan gelir, sağlam inançlar Allah korkusuna ve sağlam bir itikada dayanır. 

Muhammed Ali Clay ile olan hatıranızı anlatabilir misiniz? 

Londra’da 1960’lı yıllarda doçentliğimi hazırlıyorum. Aynı zamanda Londra İslâm Merkezi’ne üyeydim ve bir ara boksla ilgilendiğim için beni boksör olarak biliyorlardı. Muhammed Ali Clay, dünya boks şampiyonu ünvanı için Londra’ya gelmiş. Henüz Müslüman olmuş, ancak Müslümanlığını açıklamamış ve ismini değiştirmemiş Cassius Marcellus Clay diyorlardı daha. Londra İslâm Merkezi’nden beni aradılar “Sen boksörsün, burada yeni Müslüman olmuş boksörler var, onlarla ilgilenebilir misin?” diye sordular. 

Ertesi gün, arkadaşım Haydarabad Nizamının saraydaki prenslerinden biri olan Muhsin Ali Han ile birlikte Pikadelli Oteli’ne gittik. Ben görünce tanıdım onu. Selâmlaşarak birbirimize sarıldık. Bir süre beni bırakmadı. Baktım gözlerinden aşağıya damla damla yaş iniyor. Çok genç birisiydi. Ben ondan en az 8 yaş büyüğüm. Onun böyle gözlerinden yaş aktığını görünce “Aziz kardeşim, niye ağlıyorsunuz yanlış birşey mi oldu? Bu gözyaşları nedir?” diye sordum. Bana verdiği cevap hiç unutamayacağım bir cevaptı. Bunu çok kişinin kafasına yerleştirmesi lâzım, dedi ki: “Yok hiçbir yanlış yapmadın. Bana bugüne kadar sarılan ilk beyaz adam sensin” onun için ağladım dedi. 

Tanışmamızdan sonra beni odasında ağırlamak istediğini söyleyince odasına çıktık. “Yeni Müslüman oldum bana namazı öğretir misin?” dedi. Yere temiz çarşafları serdik, sesli bir şekilde namaz kılarak Muhammed Ali’ye namazı teferruatıyla öğretmek bize nasip oldu. Tabiî ben Amerika’daki durumun biliyorum bunları insan yerine bile koymuyorlar, otobüste arka tarafa atarlar, aynı restorana, mağazaya giremezler öyle bir durum var. Yani kısacası aşağılanıyordu. Elini sıkar mı, sarılır mı hiç beyaz adam. 

ŞAMPİYON RİNGİNE ÇIKAMAYACAKTI 

Daha sonra Ali, bizi yemeğe dâvet etti prensle beraber gittik. Müslüman olduğunu neden açıklamadığı söz konusu oldu, Ali bu sorumun üzerin şu cevabı verdi: “Ben Müslüman olduğumu ve Muhammed Ali ismini adını aldığımı açıklasam beni şampiyon ringine çıkarmazlar” dedi. Böyle bir şeyi yapabilirlerdi. Bu sohbet sırasında bana konuşmamam için eliyle uyarıda bulundu. Olayı anlamaya çalıştım, bir de baktım kapıdan pardösülü, çelimsiz, fötr şapkalı bir adam belirdi. Adam bize doğru geldi ve Muhammed Ali, ‘menajerim’ dedi. Menajerini sen seçemiyorsun, şirketler seçiyor, senin ringe çıkmana bile engel olabilir. Neticede Lancaster’de Avrupa Şampiyonu İngiliz Liston’u yendi ve dünya şampiyonu oldu. Maç biter bitmez arkadaşları Muhammed Ali için hazırladıkları bir tacı kafasına taktılar ve Ali şunu dedi: “İngiltere’de başta bir kraliçe var, şimdide bir kralınız oldu, kral benim.”

Afrika orijinli bir Müslüman gencin Müslümanlığını ilân etmesi ve dünya şampiyonu olması sadece tarihî bir hadise değil, sosyal ve dinî bir hadise de olduğu ortadadır. Bu olaydan sonra Afrika ve Amerika’da çok sayıda insan İslâmiyeti seçti. Sonrasında o beni Amerika’ya dâvet etti. Dedim, “Ben geleyim, seni nasıl bulacağım orada?” Bana şu cevabı verdi: “Zencilere bak, eli yüzü düzgün, kıyafeti düzgün, temiz bir zenci görünce bil ki o Müslümandır. Onlar benim nerede olacağımı bilirler.” Çünkü içkiyi bırakıyorlar, temizleniyorlar, efendi oluyorlar, İslâmî bir hayat sürmeye başlıyorlar. 

SAİD NURSî SOSYAL VE FERDΠYARALARI GÖRMÜŞTÜR

Said Nursî Hazretleri ile olan tanışmanızı anlatabilir misiniz?

Said Nursî Hazretlerini, Muhsin Okur aracılığıyla Sirkeci’deki Akşehir Palas Otel’de ziyaret ettim.

Yanımda sonradan profesör olan rahmetli Mehmet Eröz de vardı. Odaya girdiğimde tam karşıda sedirin üstünde bağdaş kurmuş vaziyette, yöresel kıyafetler içinde oturur vaziyette gördüm. İçeri girip yere oturduk. Çok zayıftı. Sonradan öğrendik, çok az şey yermiş. Kuru üzüm, çay, bazen birazcık ekmek ve yanında peynir. Kimler olduğumuzu öğrendi ve bizlere nasihatte bulundu. Benim hayatımda unutamadığım, benim şahsıma ait olarak Muhsin’e, “Bu delikanlıya dikkat edin, bu hizmet edecektir din yolunda” dedi. Ben onu bir tavsiye ve emir olarak telâkki ettim. Duâlarını aldıktan sonra yanından ayrıldık. 

Said Nursî Hazretlerini tanımak bizim için büyük bir kazanç oldu. Kitaplarını okudum. Çok şeyler öğrendim. Hayatımda büyük bir istikamet oldu. Said Nursî Hazretleri bütün tehlikeleri görmüş ve bunu da yazmıştır. Bütün eziyetlere, bütün baskılara rağmen iman dâvâsından vazgeçmemiştir. 

Sosyal ve ferdi yaraları görmüştür. Said Nursî’yi tanımak nasip oldu. Beni oraya götüren Muhsin Okur’a her zaman duâ ediyorum. 

KOSTURMA’YA GAZETECİ GÖTÜRDÜM 

Milletvekilliğim sırasında Türk-Rus Dostluk Grubu Başkanı olarak Rusya’ya seyahatimden önce genç bir gazeteci ziyaretime gelerek kendisini de götürmemi istedi. Orada Kosturma’da Said Nursî Hazretlerinin esir kaldığı bölgeyi görmek ve onu görenleri tesbit etmek istiyordu. Olur dedim ve bizle birlikte geldi. Ne Rusça, ne İngilizce biliyor. Kırım’dan geçecektik. Yanına bir Müslüman tercüman almasını tembihledim. O tercümanla birlikte Said Nursî’yi gören yaşlı bir Tatar çifte ulaşıyor ve o zamana ait hatıraları kayıt altına alıyor. Allah hizmete nasip etti böyle bir şeye de vesile olmak nasip oldu.

Röportaj: Murat BAĞLI

Okunma Sayısı: 4185
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı