Tabiat Risalesi’ni Japoncaya çeviren Tomoko İkeda (Hatice Demir): “Risaleler her şeye karşı bakış açımı değiştirdi. Tabiat Risalesi çok akıllıca yazılmış. Keskin zekalı bir insan yazabilir bunu.”
Röportajın Birinci Bölümünü okumak için tıklayınız: Kadir Gecesinde şehadet getirdim
***
Müslüman olduktan sonra hayatınızda neler değişti?
İnsan mutlu olunca ağlar ya, ben hiç ağlamamıştım. Ama Müslüman olduktan sonra mutluluktan çok kez ağlamışımdır. Allah’ın büyüklüğüne ağlıyorsun, şefkatine ağlıyorsun. “Bu kadar mı beni düşündün?” diyorsun, ona ağlıyorsun.
Müslüman olduktan bir hafta sonra namaza başladım. Süleyman’a bana namaz surelerini öğretmesini söyledim ve hemen başlamış oldum elhamdülillah. Çocukların camiye gidip öğrendiği türden şeyleri, İslam’ın şartlarını, Kur’ân okumayı öğrendim.
O sıralar biraz daha zikirle ilgileniyordum. Risaleleri anlayamadığım için kendi başıma hiç okumadım. Japonya’dan İslam’la ilgili basılmış kitaplar aldım. Sahih-i Buhari gibi kitaplar vardı. Maşallah, daha önce bahsettiğim Kur’ân meali ve bu hadis kitapları çok güzel hazırlanmıştı.
Şehadet getirdikten sonra bir değişiklik hissettiniz mi?
Hissettim. Allah’ın himayesi altına girdiğimi hissettim. O zamana kadar da bunu hissediyordum, ama şehadet kelimesini söylemek daha farklı bir hale geçiş oldu benim için.
TESETTÜRE GİRMEM KOLAY OLMADI
Bir de sizin tesettüre girme maceranız var. Nasıl gerçekleşti bu olay?
Tesettür hiç düşünmek istemediğim bir meseleydi benim için. Müslüman olmadan önce “Tamam, ben inandım ama yine de bu tesettür meselesini bir kenara koyayım” dedim. Bir de en başlarda “Tesettür doğru mudur? Nasıl bir şeydir?” çok emin olamadım. Benim için zordu. Ben yabancıydım ya, belki Allah affederdi gibi… Ama vicdanım çok rahat olmadı tabii. Bunu yapamıyorum diyerek suçladım hep kendimi. Tesettür Japonlar için çok farklı bir şey. “Ailem ne der? Burada tanıştığım Japon arkadaşlarım beni hep tersler, benimle ilişkilerini keser” diye düşündüm, ki öyle de oldu. Ondan biraz korkmuştum. Neyse, dua ettim. O zamanlar çok dua ediyordum; “Allah’ım ben bunu hayatta yapamam şu an. Benim için çok zor, Sen de biliyorsun zor olduğunu. Ben bir düşüneyim. Bana bir sene vakit verir misin? Bir sene sonra karar verip bir şeyler yapacağım.”
Bir sene sonra yine Ramazan’da kapandım. Ama o bir sene boyunca epey tövbe ettim. Çünkü Allah emretmiş, ben yapmıyorum. Bir taraftan da üzülüyordum; inanıyorsun, ama yapamıyorsun, başkası ne der diye düşünüyorsun… O üzüntü halindeyken Hanımlar Rehberi vardı, ama onu da okumaya cesaretim yoktu. Neden? Çünkü beni ikna eder diye yaklaşamıyordum. Demek o kadar korkuyormuşum kapanmaktan. Ama Allah bir şekilde duama cevap verdi, tesettürün güzelliğini görmeye başladım. O zamana kadar fark etmemiştim. Mesela; çirkin ve güzel iki uç noktadır. Tesettür bu ikisinin arasındaki uçurumu azaltıyor. Yaşlı ve gencin, fakir ve zenginin farkını azaltıyor -tabiî şu an Türkiye’deki durumu söylemiyorum.-Hepsi aynı şeyle örtünüyor. Meselâ siyah bir şey giydiği zaman kişi, kimin fakir kimin zengin olduğu çok fark edilmiyor. Bu tür şeyler tek tek aklıma gelmeye başladı. Tesettürün mantıken insanlar için bir kolaylık olduğunu düşündüm. Mesela açık olduğum zamanlar saçım olmadı diye bütün gün moralim bozuk olurdu. Biri bakıyor diye rahatsız olurdum. Açık gezmenin de zor olduğunu fark ettim. Bunları görünce “Bu (tesettür) herhalde doğrudur” dedim. Karı koca arasında ve evliliğin sağlıklı devam etmesinde de tesettürün önemli olduğunu fark ettim. Bir de şunu düşündüm; kadınlar tesettürlü, ama erkekler de bir şeyler takıyor başlarına. Hıristiyanlar da, dindar Yahudi kadınlar da başlarını kapatıyor. Demek bunda derin bir mana var, sadece sosyal manada da değil. Ve imanla olacak, kolaylaşacak diye düşündüm.
O zamanlar yeni Müslüman olmuştum, bir şeyleri öğrenmek için çok gayretliydim. Çok heyecanla bir şeyleri öğreniyordum ve tesettür hakkında bu şeyleri fark ettim ve bunun doğru olduğunu kabul ettikten sonra tövbe etmeye başladım. Doğru olduğunu biliyorsun, ama yapmıyorsun, çelişki var burada. Ama nereye gideceksin ki? Mezara. Demek başkalarının diyeceklerini, anne-babayı, arkadaşları, komşuları düşünmemek gerekiyor. Ama yapamıyordum. Akıl ve vicdan bunları söylüyor, ama nefis “Hayır, hayır. Ben yapamam” diyor.
Böyle bir sene geçti, Ramazan geldi. Oruç tutuyordum severek, heyecanla. Bu bir yılı biraz daha tarikat ehli gibi geçirmiştim; zikirle, duayla. O günlerde bir şeylerin mantığını çok düşünmüyordum. Tabiî bir şeyler öğreniyordum, ama Risale gibi şeyler okumuyordum. İlk defa tesettür için mantıken düşünmüş gibi oldum, ikna oldum, inandım. Biraz Hanımlar Rehberi okudum, sonra hemen kapatıp kenara koydum korktuğum için. Her gün tövbe edip yatıyordum. Ramazan bitmeye yakın hep güzel rüyalar görüyordum. Beni en çok ikna eden şey bu rüyalardan biri oldu. O gün sabah uyandım, başörtüsü almaya gittim. Ertesi gün de Türkiye’deki Japon arkadaşlarımdan birisiyle buluşacaktık. “Eyvah,” dedim. “Beni böyle görmesini istemem” Hem benimle ilişkisini keser, hem arkadaşlara yayar, ben üzülürüm diye düşündüm, ama o gün yine kapanıp çıktım. O da şaşırdı “Aa, kapandın mı? Ne oldu?” dedi, ama İslamiyet ve Müslümanlık hakkında hiç konu açmadı/açmak istemedi. O günden sonra da benimle ilişkisini kesti.
Birkaç ay sonra ilk defa Japonya’ya gittim. Bayağı bir strese girmiştim. Çünkü benim oturduğum kasabada böyle gezen biri yok, Müslüman yok. O zaman annemle babam havalimanına kadar arabayla gelmişlerdi, şok oldular. “Ne oldu? Süleyman mı kapattı?” dediler. Ben “İslam nasıl bir dindir? Müslümanlar nasıl insanlardır, nasıl yaşıyorlar?” diye anlatmaya başladım. Onlar da Müslüman olarak sadece Süleyman’ı görmüştüler. “Süleyman iyi insan. Sen de inanmışsın, bizim diyecek bir şeyimiz yok. Anlattığın kadarıyla güzel bir dine benziyor” dediler. Annem başörtü hakkında biraz rahatsız oldu. “Bu, kadınlara eziyet gibi oluyor, erkekler tarafından zorlanıyor” gibi düşündü. Öyle bir şey olmadığını, Allah’ın emri olduğunu; fakir ve zengini yakınlaştırması, güzel ve çirkin arasındaki farkı indirmesi gibi daha önce aklıma gelen yönlerini anlattım. Annem açık fikirli bir insandır. Hemen “Ha, anladım” dedi. Ve “Seninle çok gurur duyuyorum. Sen başkasının yapamadığı şeyleri yaptın Allah için” dedi.
BEN DE BİR DENESEM Mİ?
Birkaç sene sonra annem gezmeye geldi babamla. Yaz gelmişti, iyice alışmışım ben tabi. Pencereye de, balkona da kapalı çıkıyorum. Annem bana bakıyor, “Ben de bir denesem mi?” dedi. “Neyi deneyeceksin?” “Ben de başörtüsü denesem mi? Merak ettim” “E, denee.” Kolları açık, kısa pantolon giyiyor, ama başörtü takıp çıktı. Sonra geldi; “Ay çok beğendim bunu. Çok iyiymiş, ben çok rahat hissettim kendimi. Saçım kötü oldu, beyazladı hiç düşünmüyorsun, kusurlarını örtüyor” dedi. Her gün başörtü taktı, çıktı.
Babam da olumlu baktı. “Zaten ben Süleyman’ı çok beğeniyorum, senin de Müslüman olduktan sonraki halinden çok memnunuz” dediler. Kur’an’ın Japonca mealini alıp göndermemi istemişti ona. Gönderdim.
Annenin yaklaşık iki ay önce İslamiyet’i kabul ettiğini biliyoruz. Bu nasıl oldu?
Annem zaten olumlu baktı hep. Hatta bir ara namaz kılıyordu. “Ben de denesem mi?” demişti. Ben de sureleri, duaları öğrettim, böyle kılacaksın dedim. Japonya’nın namaz saatlerini söyledim. Beş vakit namaz kılıyor, oruç tutuyordu. Ama Müslüman değildi. Yine de onu yaşamak istiyordu. Her zaman başörtü takmak istediğini de söylüyordu, kışın takıyordu. Soğuk çünkü, kimse bakmıyor. Ama yaz sıcak, yazın da şapka takıyordu sadece. İslam’a çok güzel yaklaştı annem. Mesela Müslüman değilsin, neden oruç tutasın ki? Ama tutmak istedi, ben de “tut” dedim.
Sonra babam büyük bir kaza geçirdi. Doktor ölebileceğini söyledi. Annem, babamın yanında hastanede kalmaya başlayınca namazı bırakmış oldu. 6-7 ay kadar hastanede kaldı. Ben de “Madem o kadar namazı seviyor, oruç tutuyor. Acaba anneme sorsam Müslüman olur mu?” diye düşündüm. Sordum, “Ya ben hazır değilim” dedi. “Çünkü o kadar bilmiyorum.” Yaratıcı var diyor, mantıken bir tanedir de diyor, ama “İslâm mı gerçek din, yoksa değil mi?” diye emin olamadı herhalde. Çünkü kendisi kitap okumamıştı, benden duyduğu kadarıylaydı sadece. Bu anlattığım olay yaklaşık 10 sene önceydi.
“BEN MÜSLÜMAN OLURUM”
Bu kazadan sonra babam gitgide kötüleşmeye devam etti. En son bir-iki ay önce kalp krizi gibi bir şey geçirdi, anjiyo yapılmasına karar vermişler. Babamın ameliyat olacağı sabah annemi aradım. “Babam İslam’a hiç soğuk bakmadı, tersine sıcak baktı. Şimdi ölebilir” diye düşündüm, Kelime-i Şehadet getirsin istedim. Orada olsam mutlaka bunu söylettirecektim. Ama orda yokum, “Sen söyletir misin?” gibi konuştum annemle. “Sadece bunu (Kelime-i Şehadeti) söyleyerek Müslüman oluyorsun. Bunu babama söylettirirsen çok memnun olurum” dedim. Sonra annem kendisi dedi; “Ben Müslüman olurum.”
Ben inanamadım tabi. “Ne!” dedim, “(Kelime-i Şehadeti) Söyler misin?” “Evet, söylerim” dedi. Çok emin bir şekilde söyledi. Annem 74 yaşında ve Japonlar için İslamiyet çok uzak bir şey. Biz hiç bilmiyoruz İslamiyet’i. O yaşta birisinin din değiştirmesi kolay değil… Biz dinden çok uzak yaşıyoruz. Mesela Hıristiyan misyonerler dinlerini yaymaya çalışıyorlar ya. Herhalde en çok zorlandıkları ülkedir Japonya.
Peki Risalelerle tanışmanız, okumaya başlamanız nasıl oldu?
Risaleler benim için çok zor gelmişti. Hiçbir şey anlamıyordum, hiç. Derse gittiğim zamanlar çok az bir şey anlıyordum ama konsantre olamadığım için hiçbir şey anlamadığım günler de oluyordu. Ama arada gidiyordum. Bir de bu şekilde herkesin ilim öğrenmesi çok hoşuma gidiyordu.
Müslüman olmadan önce birileri götürüyordu beni. Müslüman olduktan sonra kendim isteyerek gittim. Şahsi okuma hiç yapmıyordum. Eve gelen bir misafir okursa onu dinlerdim, o şekilde. Bir de çocuklarım vardı, gece gündüzüm birbirine karışıyordu. Namazı bile zar zor kıldığım olmuştu. Oturup kitap okumayı çok yapamadım.
8-9 sene önce ise başka bir cemaatin dersine gitmiştim. Yine nur cemaati tabiî. Onlar dönüşümlü olarak risaleleri hatmediyordular. “Sen de katılır mısın?” dediler. “İyi, katılayım, ama ben hiç okumadım Risale” dedim. Öyle başladım. Ama hiç anlamıyordum. “Olsun, olsun. Sen oku” diyordular. Neyse bitti, biraz böyle anlamaya başladım. Bir de çocukların bile anlayacağı kolay yerler var ya. O tür yerleri okuyunca “Ben devam edeyim” diye düşündüm. Hâlâ daha devam ediyorum. Ondan sonra derslere de düzenli gitmeye başladım. Oradaki arkadaş ilişkileri benim için çok güzel bir şey oldu. Hani normal arkadaş gibi değil, kökünde birleşiyor gibi. “Allah için sevmek” var ya, tam onu hissediyorum.
PROBLEMLER HEP ÇÖZÜLÜR
Risaleler senin için ne ifade ediyor? Hangi yönü dikkatini çekiyor?
Risale okumaya başladıktan sonra hayatım çok kolaylaştı. Stresimi azalttı. Okuduğun zaman da keyif alıyorsun, derse gittiğin zaman da. Sonra Risaleler her şeye karşı bakış açımı değiştirdi. Meselâ; şer, şer değildir. Hayır, hayır değildir. Bilmiyorsun, her şey sana bağlı. Onu öğrendim. Risalelerde anlatılan konular evrensel konulardır. Sadece Müslümanlar için değil yani, herkes için geçerlidir. Bu büyük bir hazine, ki bu kadar insan okuyor Türkiye’de ve dünyada. Ben Risalelerde her şey var diye bakıyorum. Meselâ karı koca arasında problem mi var? Çözülür. Çocukla, komşuyla olan problemler hep çözülür. İnsanın derdi ne ki? Hepsi çözülür, bunu öğretiyor. Elhamdülillah doğru yerdeyiz. Bunun için, birlik için gayret etmeliyiz; bölünmek için gayret etmemeliyiz. Sen farklısın, ben farklıyım dememek gerek.
Kur’ân bir bütündür. Parçası da o bütünü gösterir. Risaleler de öyle. Onun için bir bölümünü okuyarak da çok şey öğrenebilir kişi. İnsana bağlı biraz. Düşündü mü oluyor. Düşünmek çok önemli. Düşündüğün zaman kapı açılıyor. Çünkü istiyorsun onu. Allah isteyene veriyor.
Bir de ben Risale okumasaydım aynı kalırdım. İlerleme olmazdı. Risale-i Nur okuduğun zaman bilmediğin şeyleri öğreniyorsun. Yalnız olmadığını biliyorsun, ilerliyorsun. Bunları öğrenmek fıtratımıza tamamen uygundur. Meselâ ben sadece derse katıldım diyelim, yine çok kârdayım. Çünkü o derste bir şeyleri duyup, öğreniyorum. Ama böyle olmadığı zaman düşün; Müslüman oldun, namazını, orucunu, şartları, dikkat edilmesi gereken şeyleri, zikirleri öğrendin ama tek başına, evde bir Müslüman olarak yaşıyorsun. Bu güzel bir şey midir? Değil, değil mi? İslamiyet sosyal bir dindir. Araştırmacılar böyle söyler.
Ben Kur’ân’ın mealini okuduğumda heyecanla okumuştum, bilmediğin şeyi öğreniyorsun orada. Risaleyi okuduğumda da aynı şeyi hissettim. Heyecanla okuyordum, bilmiyordum çünkü.
Risaleleri anlamadan önce de bu heyecanı hissediyor muydunuz?
Yok, anlamaya başladıktan sonra heyecan hissettim. Anlamadan önce de sakinlik oluyordu üzerimde. Bir de anlamasam da okumalıyım diye düşünmüştüm. Çevremdekiler de okuyordu, onlardan da etkilendim tabiî. Risalelerde hâlâ anlamadığım yerler çok. Ama Risaleleri okuyunca onun penceresiyle bakıyorsun, o zaman çözüme kavuşuyor problemler.
TABİAT BİR ÇEKİRDEK GİBİ OLDU BENİM İÇİN
Bir de Tabiat Risalesi’ni Türkçe’den Japoncaya çevirmiştiniz. Bu nasıl gelişti, nasıl başladın, ne kadar sürdü?
Yeni Asya cemaatinden Amerika’daki bir profesör Tabiat Risalesi’ni İngilizceye çevirmiş. Eşim bu çeviriyi getirdi. “Yurtdışı hizmetleri” diye bir grupları var. Almancaya, Fransızcaya, farklı dillere çevirmeye çalışıyorlar Risaleleri. Ben de Japon olunca, eşim “Sen de bunu Japoncaya çevir” dedi. Ama kolay bir şey değil tabiî. Yaklaşık 10 ay kadar sürmüştür. İlk başta yapamam dedim, sonra bir deneyeyim dedim. Çünkü ben Japoncayı neredeyse unutacak şekilde yaşıyorum. Bir şey yapabileceğime inanmadım çok. Zaten Tabiat Risalesi’nin hepsini anlamadım ki ben, nasıl çevireyim diye düşündüm. Bazı paragrafları belki yüz defa okumuşumdur. Ama benim için çok iyi oldu bu. Bu süreç zarfında Tabiat’ı çokça okudum, bir çekirdek gibi oldu benim için. Şimdi ne okusam Tabiat geliyor aklıma, “Hah, Tabiat’ta geçiyordu burası” diyorum.
Çeviriye başladıktan sonra Türkçe risaleyi İngilizce ve eski bir Japonca çeviriyle karşılaştırarak çalışmıştınız. O çevirilerde gördüğünüz eksiklikler nelerdi?
Çok anlaşılmıyordu o çeviriler. Bazı yerleri çıkarmışlar, bazı yerleri özet gibi yapmışlar, değiştirmişlerdi. Genel maksat anlaşılıyor tabiî, ama “Ee, yani? Ne demek istedin?” gibi bir soru da canlanıyordu. Bir de Türkler de Tabiat’ı okuduklarında hemen anlıyor mu?
Tabiat Risalesi çok akıllıca yazılmış. Keskin zekâlı bir insan yazabilir bunu ancak. Felsefecilerin fikirlerini ve o fikirlerin dayanak noktalarının dinsizlik olduğunu bilip görüyor olması çok önemli. Meselâ Japonlar bunu göremez.
Bunu çevirmek benim için çok büyük bir ders oldu, çok iyi oldu yani. Dediğim gibi Japoncayı günlük hayatta çok kullanmadığım için bazı kelimeleri unutmuştum. Çeviri yaparken bazı kelimelerin pat diye aklıma geldiği oldu. Fakat yine de çeviri için “Tam oldu” diyemem, daha da değiştirmek istediğim yerler var.
Allah çalışmalarınızda muvaffakiyet ihsan etsin inşallah. Cevaplarınız için çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
Röportaj: Emine Sultan Çakır
SON