Demokrat Eğitimciler Derneği (DED) yetkilileri ile eğitim üzerine konuştuk.
Eğitimimizdeki temel eksiklikler nelerdir?
Eğitim-öğretimin birçok eksiği var. Bu eksikler de hiçbir zaman bitmez. Önem sırasına göre bu eksiklerin giderilmesine çalışılması lazımdır. Mesela öğretmen ve okul yetersizliğinden ziyade en büyük eksiklik eğitimin şeklindedir. Nedir o? Mesela 4+4+4’ün tartışılmadan, denenmeden bir anda siyasî baskıyla giydirilmesi… En büyük eksiklik bence bu… Uzmanlarca tartışılıp daha sonra pilot bölgelerde uygulandıktan sonra beğenilen yerleri alınıp beğenilmeyen yerleri bırakılıp gerekli görülüyorsa tatbik edilmeliydi.
4+4+4’de en büyük eksiklik, yanlış ne idi size göre?
60 aylık çocukların okula alınması. Pedagoglara göre 60 aylık çocuklar okul çağında değildir. Ruhî bağımsızlığını elde etmediği bir çağdır. Anneye bağımlılık devresidir, oyun çağındadır. Anaokulu devresi ile okul devresi birbirinden farklı şeylerdir. O ortama intibak edebilmesi için 72 ayı geçmesi gerekir. Yani 6 yaşını bitirmiş olması lazım. Ki, bu yıllarca uygulanmış, tesbit edilmiş birşeydir. Bunun altında alındığında uygulanamaz. Zaten geçtiğimiz yıl 60 aylık çocuklar alındı, fakat uygulanamadı. Veliler rapor aldılar. Göndermediler. Sadece veliler değil, Milli Eğitim müdürlükleri bile buna direndi. Bu meselede milletin hayatî meselelerinden olan eğitimle oyuncak gibi oynanmıştır.
Eğitim sisteminin eski uygulamalarından günümüzde de devam edenleri var mı?
Mesela en başta karma eğitim. Bu eğitim; 600 yıl dünyaya hükmetmiş, medeniyet götürmüş, insanlığı ve adaleti öğretmiş bir millete büyük zarar vermiştir. Yapılan yerli ve yabancı araştırmalarda zararlı yönleri olduğu ortaya konulmuştur. Karma eğitim yapılan okullardaki başarıyla kız erkek ayrı eğitim yapan okullardaki başarı oranları arasında büyük farklar görülmüştür. İşin inanç ve ahlâk yönüne gelecek olursak; toplumumuz harem selamlık ve ahlâk anlayışıyla şimdiye kadar gelmiştir. Bu anlayışı, fıtrî olan düşünceyi devlet eliyle törpülemişiz. Bir an önce karma eğitime son verilmeli. Bu hem başarı oranının yükselmesini hem de toplumsal ahlâkın daha fazla erozyona uğramaması için gerekmektedir.
Ahlâk, inanç, karakter sağlam olmadıktan sonra siz ne yetiştirebilirsiniz? Kısacası eğitimimizin şu anki şekli milletimizin bünyesine uymamaktadır. Kemalist zihniyetten hâlâ arındırılamamıştır. Zira Kemalizm fıtrî değildir. Fıtrî olmayandan da fayda görülmez.
İnkılap tarihi dersinin kaldırılması için talepler var. Bu konuda ne dersiniz?
Branşım tarih olduğu için hemen bütün kademelerde İnkılap Tarihi derslerine girdim. Öğretmenlik hayatımda en çok zorlandığım konulardandır. Öğrenciler soru soruyorlar, cevap veremiyoruz. Bilmediğimizden değil, yasaklarla sınırlanmış olduğundan. Niye? Çünkü 5816 sayılı kanun var. Tarih dersi bunu ayırdetmez ki… Kimin ne eksiği varsa onu ortaya koyar tarih. Her eksik hakaret anlamına gelmez. Ama vatandaşın birisi kalkar anlattığımız bir şeyi hakaret olarak kabul eder. Bir savcı uğraştırır, iştah kaçırır. Kimse de bu konuda cesaret gösteremiyor. Halbuki 5816 Atatürk’ü Koruma değil, Atatürk’e hakaret kanunudur. Neden korunuyor, niçin korunuyor, kime karşı korunuyor, neyi korunuyor? 76 yıl önce ölmüş bir şahsın neyi korunuyor ki?
İnkılap Tarihi dersinde anlatılanların bir kısmının yanlış olduğunu söylüyorsunuz. Somut örnek alabilir miyiz?
Dikkat ettiyseniz bu derste 1923’ten sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin aleyhinde hiçbir gelişme yok. Hep övgüyle göklere çıkarılarak bahsedilir. Halbuki bir Lozan anlaşması var. O anlaşmasının saklı maddeleri var. Hâlâ açıklanmıyor. Lozan anlaşması nasıl hazırlandı, kimler hazırladı? Lozan’a gidiş geliş bile göstermeliktir. Tarih bunu yazmaz.
Daha ilgincini söyleyim: Konya’da Delibaş adında birisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne isyan etmiştir Padişahlığı korumak için. Bundan İnkılap Tarihi uzun uzun bahseder. Adapazarında Ahmed diye birisi isyan etmiştir, bundan da bahseder. Çerkez lakabıyla Ethem Bey’den bahsederler. Bunlardan bahseder fakat Bediüzzaman gibi milli mücadele yıllarında talebeleriyle birlikte vatan savunmasında bulunan, hatta Ruslara esir düşen, 2.5 yıl esarette kalan, esaretten kurtulduktan sonra İstanbul’a gelip tek başına İngilizlerle mücadele eden, Ankara hükümetinin ısrarlı davetleri üzerine Ankara’ya giden, Büyük Millet Meclisi tarafında yapılan hoşamedide (resmî karşılama) alkışlarla karşılanan fakat bunlara rağmen hayatının sonuna kadar sürgünlerde ve zindanlarda yaşamaya mecbur edilen, yetmemiş gibi yirmi küsur defa zehirletilen, telif ettiği eserler dünya dillerine çevrilmiş böyle bir kahraman zattan İnkılap tarihinde bahsedilmez. Nasıl bir tarihtir bu? Tarihçi olarak ben isyan ediyorum. Sevsende sevmesende bahsedilmesi gerekir. Burada bir samimiyetsizlik, bir art niyet vardır. Bu millet 90 senedir resmî ideoloji ile uyuşturulmuş. Parlak tarihinden uzaklaştırılmıştır. Yazıktır, günahtır. Bu millet dünyaya hükmeden bir ecdadın torunlarıdır. Ecdadına düşman edilmiş bu millet. Tarih bazılarının keyfine göre hazırlanmış bir anekdottur. Ki, bu tarih ilmine göre geçerli bir kaynak sayılmaz. Liderler kendilerini her zaman överler. Bizim İnkılap tarihi de baştan sona böyledir.
Yetkililerden düzeltilmesini istediğiniz eğitim sorunlarına dair söyleyecekleriniz var mı?
Hep yönetimin aleyhinde olmayı istemiyorum. Çünkü yapılan iyilikler de var. Mesela andımızın kaldırılması. Bu çok güzel bir gelişme. Bilhassa imam hatiplerde başbelası olan Milli Güvenlik denilen dersin kaldırılması. Başörtüsü yasağının ortaöğretimde kaldırılmış olması.
Polis ve askeriye gibi üniformalı okullarda başörtüsü hâlâ yasak. Bunun için ne dersiniz?
Daha önce ifade ettiğimiz gibi, kimsenin başını nasıl zorla kapatamazsanız, zorla da açamazsınız. Zorla kapatılsa insan nasıl tepki verir değil mi? O zaman niye zorla açıyorsunuz? İsteyen kapatsın, isteyen açsın. İnancından dolayı başını kapatana dünyayı cehennem etmeyin. Bu kimsenin hakkı değil.
Askeri okullar başlı başına bir mesele. Milletin bünyesine uymuyor, kan uyuşmazlığı var. Sanki başka bir ülkenin insanını yetiştiren halleri var. Halbuki bu milletin yüzde 99’u Müslümandır. Bin yıl İslamın bayraktarlığını yapmıştır. Böyle bir millete böyle bir kısıtlama, sömürge halkına yapılan muameleden farklı bir şey değil. Bu pürüzlerin bir an önce düzeltilmesini temenni ediyoruz.
Devlet eğitimde özelleşmeyi desteklemeli
Yeni eğitim-öğretim dönemi başladı. Dışardan baktığınızda tespit ettiğiniz sorunlar ve çözümleri nelerdir?
Genel olarak baktığımız zaman eğitim sisteminin Türkiye’nin bundan sonraki asra dönüşümünü sağlayacak bir nitelikte olmadığını söylemek isterim. Çünkü en başta, eğitim sistemimiz demokratik değil maalesef. Yani eğitim politikaları günün şartlarına göre sosyo-ekonomik reel durumlar değerlendirilerek ortak aklın icab ettiği pedagojik bir anlayıştan ziyade ideolojik bir anlayışı referans almış. Bu da problemlerin daha girift hale gelmesine, çoğalmasına neden oluyor.
Bu nasıl aşılabilir?
Önce eğitimin temel niteliklerinin harekete geçirilmesi gerekir. Temel dinamiklerde sosyal olaylar vardır. Doğu’daki bir öğrenciyle Batı’daki bir öğrenciyi aynı statüde eğitemezsiniz. Farklılıklar gözönüne alındığı zaman Türkiye’de realiteden çok uzak bir sistem uygulanıyor. Bunun en önemli belirtilerinden birisi son 12 sene içerisinde 4 tane Milli Eğitim Bakanının değişmesidir. Ve bu bakanların eğitim camiasından değiller.
Ülkemiz dünyanın en genç nüfusunu barındırıyor. Şu anda 17 milyondan fazla öğrencimiz dersbaşı yaptı. 1 milyona yakın öğretmen var. Madem böyle bir potansiyele sahibiz öyleyse günün realitesini çok iyi okumalıyız. Kendi eğitim dinamizmimizi geliştirmemiz için sosyal, ekonomik, kültürel, dinî ve manevî değerlerimizi öncelememiz lazım. Şu anda eğitim talim ve terbiyeden mahrum. Son üç senede yaşanan manevî travma ile gençlerimizde intiharın devasa boyutlara ulaşması bunu gösteriyor. Bonzai ve madde bağımlılığının ilkokullara sirayet ettiği bir dönemde, manevî boşluğun gençler için çok önemli bir mesele olduğunu söylemek lazım. Anne babalar bu sosyal yara hakkında çok endişeli ve bir an önce çare bulunmasını bekliyorlar.
İnsanı ele aldığımızda farklı boyutları olduğunu görürüz. İnsanın sadece beyninin/zihninin eğitilmesi yeterli değildir. Bunun yanında iradesinin, duygularının ve latifelerinin eğitimi de son derece önemlidir. İnsanı insan eden değerlerin bu talim terbiye ile onlara kazandırılması lazımdır. En büyük mesele de budur.
Ailelerin verdiği ilk eğitimin dışında okul anlamında ilk eğitimler hangi düzeyde başlamalı. Bu bağlamda okul öncesi eğitimin ehemmiyeti nedir?
Pedagojik olarak bir çocuğun zekasının yüzde 80-90’ının 0-6 yaşları arasında geliştiğini düşünürsek okul öncesi eğitimin, temel olduğu açıkça anlaşılır. Maalesef anaokullara gereken önem verilmiş değildir. AB’de %80 civarında ise türkiyede %20 civarında seyrediyor. 60 ay meselesi konuşuluyor; fakat bu önemli değil, 55 ay olur, 60 ay olur... Önemli olan vereceğimiz eğitimle çocuklarımıza neler kazandıracağımızdır.
Şu anda eğitim anlamında okulların durumu nasıl?
Okullarda bilgi hamallığı esas alınıyor. Talim ve terbiye boyutu esas alınmamış. Önemli olan çocuğun şahsiyetinin gelişmesidir. Bu da ancak eğitimle olur. 4+4 meselesini de siyasî değil pedagojik olarak değerlendirmek lazım. Bazılarının önünü açarken bazılarının önününü kapatmamak lazım.
Müfredatta inanılmaz bir Kemalist dayatma vardır. Okul kitaplarının devlet tarafından basılması bana göre hatadır. İnsanın maddî ve manevî gelişmesini esas alan şekilde kitapların hazırlanması lazım. Bakıyoruz devletin sadece ideolojik kaygıları var. Pedagojik bir kaygı taşımıyor.
Devlet yönetiminin asıl göstergesi eğitimdir. Demokratik bir anayasa yapamamış bir devletin farklılıkları zenginliğe dönüştürecek bir mekanizmayı kurması da zordur. Şu anda Avrupa’da okulları veliler, yöneticiler ve öğrenciler birlikte yönetiyorlar. Çoğulcu ve katılımcı bir anlayış sözkonusu. Yani şahıs değil şahs-ı manevî endeksli bir eğitim yapılmalı. İnsanı insan eden değerler talebelere kazandırılmaya çalışılmalı. Bunu en güzel misalini Bediüzzaman ortaya koymuştur. “Vicdanın anasır-ı erbası dörttür” diyor; “İrade, zihin, his ve latifeler…” Çoklu zeka sistemlerine baktığımız zaman pedagojik bir realite ifade ettiğini anlamak lazım. Bedensel zeka, zihinsel zeka, duygusal zeka ve ruhsal zeka. Tek bir zeka sistemi yetmiyor.
Şu eğitim sisteminde Mehmet Akif olsa edebiyat dersinden kalabilirdi. Einstein olsaydı belki okul kaçkını olarak okula gelmezdi. Çünkü bu eğitim sisteminde insanların farklılıklarını referans alacak, onları zenginliklere dönüştürecek bir anlayış yok.
Eğitimci kıyımı noktasına ulaşılması da önemli bir handikaptır. Şu anda müdürler ve bakanlık bürokratları arasındaki kıyımlar devletin siyasî kaygılarla hareket ettiğini gösteriyor. Halbuki siyasî kaygılarla hareket etmenin eğitimde yeri yoktur.
Eğitimde özelleşme konusunda ne dersiniz?
Eğitimde özelleşmeyi teşvik etmemiz lazım. Özel okulların gösterdiği performans devlet okullarını küme düşürüyor. Sağlıkta muazzam bir devlet desteği var. Ama özel okullarda devlet gerekirse subvansiyon gibi şeyleri kullanarak özel okulların önünü açacak şeyler yapmalı. Çünkü yarışma olmayan yerde kaliteden bahsedemeyiz. Dünya ülkeleriyle yarış olacak. Bunun içinde müfredatın baştan aşağıya değiştirilmesi gerekiyor. Milli Eğitim şuraları eğitimin sorunlarını ortak akılla çözmeli, çareler üretmelidir. O takdirde öğrencilerimiz diğer ülkelerle yarışabilecektir.
Bir de, Milli Eğitimin başına eğitim camiasından kişiler bakan olarak getirilmelidir. Eğitimle ilgisi olmayan kişinin Milli Eğitimin başına getirilmesini hükümetin eğitime verdiği değerin bir göstergesidir! Bunu kabul etmiyoruz. Ve öğretmenlerin aktif olacağı, eğitimcilerin her süreçte rol alabileceği bir eğitim sistemini istiyoruz.
Ekrem Özden
[email protected]
EkremOzden86