Kaside-i Gavsiyede
…/
ój /
ôo
e
ilm-i cifir ve on yedi emare
ile
r
ó«
/
©n
°S s
Óo
e
, hem
…/
Or
ôo
µ`r
dn
G
olduğu tahakkuk etmiş. Risa-
le-i Nur’un bir vasıta-i naşiri olan Üstadımızın hem ismi,
hem lâkabı
…/
ój /
ôo
e
lâfzında olduğu gibi aynen Hazret-i
Ali’nin (
RA
)
(HAŞİYE)
p
¿Én
es
õdG n
?p
d'
òp
d Ék
cp
Qr
óo
eÉn
j
ilm-i cifirle ve he-
sab-ı ebcetle aynen hem
r
ó«p
©n
°S s
Óo
e
, hem
…/
Or
ôo
µ`r
dn
G
oluyor.
Her birisi iki yüz altmış beş ediyor.
Ék
cp
Qr
óo
e
üstündeki ten-
vin vakıfta elif’e inkılâp ettiği için elfün oluyor.
Ék
cp
Qr
óo
e
lâf-
zı, mim’siz yukarıdan okunmasıyla “kürd” olduğu gibi
r
¿Én
es
òdn
G
lâfzı da
r
¿Én
es
õdG o
™j/
ón
H
’ın bir parçasını okumakla bu
emareyi letafetlendiriyor. Demek o zamana yetişenlerin
arasında Hazret-i Ali’nin (
RA
) hitabına mazhar çok efrat
içinde Risale-i Nur naşirine hususî bir iltifatı var.
İkinci Emare:
Hazret-i Ali (
RA
) hırs ve tamâ yolunda
bid’alara tâbi olan bir kısım ulemaüssûu tokatladığı
HAŞİYE:
Ék
cp
Qr
óo
e Én
j
tenvin, nun
sayılmak şartıyla üç yüz yirmi beş olup,
?/
Sr
Qƒo
f
bir farkla üç yüz yirmi altı ediyor. O fazla
elif
bine işaret ettiği
için, üç yüz yirmi beş kalıp, hem
Ék
cp
Qr
óo
e Én
j
’e tam tevafuk ediyor, hem
fitnelerin başlangıcı ve o
?/
Sr
Qƒo
f
’nin mücahedesinin başlangıcı tarihini
gösteriyor.
aynen:
tıpkı tıpkısına, olduğu gibi.
bid’a:
dinin aslına uymayan âdet
ve uygulamalar.
efrat:
fertler.
emare:
alâmet, belirti.
fitne:
bozgunculuk.
haşiye:
dipnot.
hesab-ı ebcet:
harflere verilen
sayı değerleriyle ibarelerden
geçmişe ve geleceğe ait işa-
retler çıkarmak, tarih düşür-
mek.
hırs:
aç gözlülük, tamahkârlık.
hitap:
birine karşı konuşma,
nutuk.
hususî:
özel.
ilm-i cifir:
cifir ilmi, harflerin
sayı değerlerinden mana çıka-
rarak elde edilen ilim.
iltifat:
ilgi gösterme, lütuf, ik-
ram.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
Kaside-i Gavsiye:
Hz. Gavs’ın
kasidesi.
lâfız:
kelime.
lâkap:
bir kimseye, asıl adın-
dan ayrı olarak, vasfına daya-
nılarak daha sonra takılan ad.
letafet:
lâtiflik, hoşluk, güzel-
lik.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
mücadele:
çarpışma, uğraş-
ma.
naşir:
yayan, neşreden.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden.
tahakkuk:
delil ile ispat edil-
me, kesinleşme.
tamâ:
hırs, aç gözlülük.
tenvin:
nunlama; iki üstün, iki
esre, iki ötre.
tevafuk:
uygun gelme.
ulemaüssû’:
ilmi kötüye kulla-
nan, dünyevî menfaat için ilmî
alet ve vasıta yapan âlimler.
vâkıf:
durak.
vasıta-i naşir:
yayma, neşret-
me vasıtası.
O
N
S
EKİZİNCİ
L
EM
’
A
| 234 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ