tevafuk ve sebatkârâne ve mutmainâne kanaat ve yakin-
leri tetabuk ediyor. demek, tebeddül etmeyen bir ha-
kikate dayanıp bağlanmışlar. Ve kökleri metin bir haki-
kate girmiş, kopmuyor. öyle ise, bunların nokta-i imani-
yede ve vücup ve tevhidde icmaları, hiç kopmaz bir zin-
cir-i nuranîdir ve hakikate açılan ışıklı bir penceredir.
Hem, gördü ki: Meslekleri birbirinden uzak ve meşrep-
leri birbirine mübayin olan o umum selim ve nuranî kalp-
lerin erkân-ı imaniyedeki müttefikane ve itminankârâne
ve müncezibâne keşfiyat ve müşahedatları birbirine teva-
fuk ve tevhidde birbirine mutabık çıkıyor. demek, haki-
kate mukabil ve vâsıl ve mütemessil bu küçücük birer arş-ı
marifet-i rabbaniye ve bu cami birer âyine-i samedâniye
olan nuranî kalpler, şems-i hakikate karşı açılan pence-
relerdir; ve umumu birden, güneşe âyinedarlık eden bir
deniz gibi, bir âyine-i azamdır. Bunların vücub-i vücutta ve
vahdette ittifakları ve icmaları, hiç şaşırmaz ve şaşırtmaz
bir rehber-i ekmel ve bir mürşid-i ekberdir. Çünkü, hiçbir
cihetle hiçbir imkân ve hiçbir ihtimal yok ki, hakikatten
başka, bir vehim ve hakikatsiz bir fikir ve asılsız bir sıfat,
bu kadar müstemirrâne ve rasihâne bu pek büyük ve kes-
kin gözlerin umumunu birden aldatsın, galat-ı hisse uğ-
ratsın. Buna ihtimal veren bozulmuş ve çürümüş bir akla,
bu kâinatı inkâr eden ahmak sofestaîler dahi razı olmaz-
lar, reddederler diye anladı. kendi akıl ve kalbiyle bera-
ber
(1)
$Ép
H o
â r
æ` n
e'
G
dediler.
arş-ı marifet-i Rabbaniye:
Rabbi
tanıma, bilme arşı.
âyinedarlık:
aynalık yapma, gös-
terme.
âyine-i azam:
en büyük ayna.
âyine-i samedaniye:
Samed ay-
nası, Allah’ın hiçbir şeye muhtaç
olmayışını ve her şeyin Ona muh-
taç oluşunu gösteren ayna.
cami:
cem eden, toplayan, içine
alan.
erkân-ı imaniye:
imana ait esas-
lar.
galat-ı his:
duyuştaki aldanış, his
yanılması.
icra:
yürütme, bir işi yerine getir-
me.
ihtimal:
olabilirlik, bir şeyin olabil-
mesi mümkün olma, gerçekleşe-
bilirlik.
imkân:
mümkün olma, olabilirlik.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
itminankârâne:
itminan göster-
mek suretiyle, itminan şeklinde.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
kanaat:
görüş, fikir.
keşfiyat:
keşifler, Allah’ın ilham
etmesiyle gösterilen gaypla ilgili
sırlar.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı, tavır,
tutum, meslek.
metin:
sağlam ve dayanıklı, kavi,
berk.
mukabil:
karşılık.
mutabık:
uygun.
mutmainâne:
mutmain olarak,
gönlü hoş bir şekilde, kalp ve ruhu
doymuş olarak.
mübayin:
başka türlü, ayrı.
müncezibâne:
tutkun bir şekilde,
kendini kaptırmak suretiyle.
mürşid-i ekber:
en büyük mürşit,
Hz. Muhammed ve Kur’ân-ı Kerîm.
müstemirrâne:
devamlı olarak,
aralıksız.
müşahedat:
gözlemler.
mütemessil:
temessül eden, baş-
ka bir kimse veya şeyin şekline gi-
ren.
müttefikâne:
ittifak edici olarak,
müttefik olarak.
nokta-i imaniye:
iman noktası.
razı:
rıza gösteren, kabul eden,
hoşnut olan.
red:
reddetme, kabul etme-
me.
rehber-i ekmel:
en mükem-
mel rehber.
sebatkârâne:
sabır ve sebat
ederek, sebat göstererek, se-
batlı bir şekilde.
sıfat:
vasıf, nitelik.
sofestaî:
Allah’ı kabul etme-
mek için kâinatı ve kendi varlı-
ğını da inkâr eden.
şems-i hakikat:
hakikat güne-
şi, gerçeğin parlaklığı.
tebeddül:
başkalaşma, değiş-
me.
tetabuk:
birbirine uygun gel-
me, uyma.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
vahdet:
bir ve tek olma.
vasıl:
ulaşan, erişen, kavuşan.
vehim:
yanlış ve esassız dü-
şünce.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli
olmak, olmaması imkansız ol-
mak, varlığı zarurî ve vacip ol-
mak.
vücup:
vacip ve lüzumlu olma,
gereklilik.
yakin:
kesin bilme, şüpheden
sıyrılarak son derece doğru ve
kuvvetli bilme.
zincir-i nuranî:
nurlu zincir.
ayeTÜ’l-kÜBra / 7. Şua
| 180 |
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA
1.
Allah’a iman ettim.