Asâ-yı Mûsa - page 182

onun tezahüratından bilmeliyiz” dedi. kalbi içeriye gir-
di, akıl gözüyle gördü ki:
gayet kuvvetli bir tezahüratla, vahiylerin hakikati,
âlem-i gaybın her tarafında, her zamanda hükmediyor.
kâinatın ve mahlûkatın şahadetlerinden çok kuvvetli bir
şahadet-i vücut ve tevhid, Allâmü’l-guyûb’dan vahiy ve
ilham hakikatleriyle geliyor. kendini ve vücut ve vahde-
tini yalnız masnularının şahadetlerine bırakmıyor. kendi-
si, kendine lâyık bir kelâm-ı ezelî ile konuşuyor. “Her
Yerde İlim ve kudretiyle Hazır ve nazır”ın kelâmı dahi
hadsizdir. Ve kelâmının manası onu bildirdiği gibi, tekel-
lümü dahi onu sıfâtıyla bildiriyor.
evet, yüz bin peygamberlerin (aleyhimüsselâm) teva-
türleriyle ve ihbaratlarının vahy-i İlâhîye mazhariyet nok-
tasında ittifaklarıyla; ve nev-i beşerden ekseriyet-i mutla-
kanın tasdikgerdesi ve rehberi ve muktedası ve vahyin
semereleri ve vahy-i meşhut olan kütüb-i mukaddese ve
suhuf-i semaviyenin delâil ve mu’cizatlarıyla, hakikat-i
vahyin tahakkuku ve sübutu bedahet derecesine geldiği-
ni bildi ve vahyin hakikati beş hakikat-i kudsiyeyi ifade ve
ifaza ediyor diye anladı:
Birincisi
:
p
ön
ûn
Ñr
dG p
?ƒo
?o
Y '
‹p
G p
ás
«p
¡'
dp
’r
G p
än
’t
õo
æ`s
à?p
d
denilen,
be-
şerin akıllarına ve fehimlerine göre konuşmak, bir tenez-
zül-i İlâhîdir
.
evet, bütün zîruh mahlûkatını konuşturan ve konuş-
malarını bilen, elbette kendisi dahi o konuşmalara ko-
nuşmasıyla müdahale etmesi, rububiyetin muktezasıdır.
aleyhimüsselam:
Allah’ın selamı
onların üzerine olsun.
Allâmü’l-Guyûb:
gaybı bilen, gö-
rünmeyen şeyleri bilen, Allah.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata ih-
tiyaç olmayacak derecede açıklık.
beşer:
insanlık.
delâil:
deliller, bürhanlar, ispat va-
sıtaları.
ekseriyet-i mutlaka:
bir fazlasıyla
elde edilen çoğunluk, çokluk, ke-
sin çoğunluk.
fehim:
anlama, anlayış, kavrayış.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i kudsiye:
kudsî, yüce ha-
kikat.
hakikat-i vahiy:
vahyin hakikati.
hâzır:
huzurda olan, göz önünde
olan, hazır.
hükmetme:
hakim olma, işleme.
ifaza:
feyiz verme, feyizlendirme,
bereketlendirme.
ihbarat:
ihbarlar, bildirmeler, ha-
ber vermeler.
ilham:
belli bilgi vasıtalarına baş-
vurmadan Allah tarafından insanın
kalbine veya zihnine indirilen ma-
na.
ilim:
bilme, bilgi.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
kelâm:
İlahî söz.
kelâm-ı ezelî:
ezelî söz, varlığına
başlangıç olmayan Allah’ın sözü;
Kur’ân-ı Kerîm ayetleri.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kütüb-i mukaddese:
mukaddes
kitaplar (Tevrat, Zebur, İncil ve
Kur’ân-ı Kerîm).
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
mahlûkat:
Allah tarafından yaratı-
lanlar.
mazhariyet:
nail olma, şereflen-
me.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah tarafın-
dan verilip, yalnız peygamberlerin
gösterebilecekleri büyük harika iş-
ler.
mukteda:
iktida edilen, örnek alı-
nan, kendisine uyulan imam, reis.
mukteza:
iktiza eden, gereken.
müdahale:
karışma.
nazır:
nezaret eden, bakan, göze-
ten.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlahî emir ve yasak-
ları insanlara tebliğ eden elçi, nebi.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde, her mahluka
muhtaç olduğu şeyleri verme-
si, onu terbiye etmesi ve ida-
resi altında bulundurma vasfı.
semere:
meyve, güzel netice.
sıfat:
vasıf, nitelik.
suhuf-i semaviye:
semavî
sayfalar.
sübut:
sabit olma, ispatlanma.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şahadet-i vücut:
varlık şaha-
deti.
tahakkuk:
gerçekleşme, delil
ile ispat edilme, kesinleşme.
tasdikgerde:
kabul edilmiş,
tasdik edilmiş.
tekellüm:
söyleme, konuşma.
tenezzül-i İlâhî:
Allah’ın, hita-
bında kullarının anlayabileceği
bir seviyeye inmesi.
tevatür:
içinde yalan ihtimali
bulunmayan ve birbirlerine
kuvvet veren haberlerden olu-
şan büyük bir topluluğa ait ha-
ber.
tezahürat:
görünüşler, belir-
meler, ortaya çıkmalar.
vahiy:
bir fikrin, bir hakikatin
veya bir emrin Allah (c.c.) tara-
fından peygamberlere bildiril-
mesi.
vahy-i İlâhî:
İlâhî vahiy, Allah
tarafında vahiy ile gelen, emir
ve yasaklar.
vahy-i meşhut:
şahit olunan
vahiy, peygamberlere verilen
kitaplarda görülen, okunan
vahiy.
vücut:
var olma, varlık.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı,
hayattar.
ayeTÜ’l-kÜBra / 7. Şua
| 182 |
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA
1...,172,173,174,175,176,177,178,179,180,181 183,184,185,186,187,188,189,190,191,192,...570
Powered by FlippingBook