İşte, bu yolcunun müstakim akıllardan ve münevver
kalplerden istifade ettiği marifet-i imaniyeye kısa bir işaret
olarak,
Birinci Makamın On Üçüncü Mertebesinde
,
?p
Oƒo
Lo
h p
܃o
Lo
h '
¤n
Y s
?n
O …/
òs
dG p
Oƒo
Lo
ƒr
dG o
Öp
LGn
ƒr
dG *G s
’p
G n
¬'
dp
G n
B’
p
án
?p
aGn
ƒn
ào
Ÿr
G Én
¡p
JGn
OÉn
?p
àr
Yp
Ép
H p
In
Qs
ƒn
æo
Ÿr
G p
án
ª«/
?n
à°r
ùo
Ÿr
G p
?ƒo
?o
©r
dG o
´Én
ªr
Lp
G /
¬p
Jn
ór
Mn
h /
‘
p
Öp
gGn
òn
Ÿr
Gn
h p
äGn
OGn
ór
©p
àr
°Sp
’r
G p
?o
dÉn
î
n
J
n
™n
e p
án
?p
HÉn
£n
ào
Ÿr
G Én
¡p
JÉn
æ«/
?n
jn
h Én
¡p
JÉn
YÉn
æn
?p
Hn
h
p
án
ª«/
?°s
ùdG p
܃o
?o
?r
dG o
¥Én
Øu
Jp
G /
¬p
Jn
ór
Mn
h /
‘ /
?p
Oƒo
Lo
h p
܃o
Lo
h '
¤n
Y s
?n
O Gn
òn
cn
h
p
øo
jÉn
Ñn
J n
™n
e p
án
?p
aGn
ƒn
ào
Ÿr
G Én
¡p
JGn
ón
gÉn
°ûo
ªp
Hn
h p
án
?p
HÉn
£n
ào
Ÿr
G Én
¡p
JÉs
«p
Ør
°ûn
µp
H p
ás
«p
fGn
Qƒt
ædG
(1)
@ p
Üp
QÉn
°ûn
Ÿr
Gn
h p
?p
dÉn
°ù n
Ÿr
G
denilmiş.
sonra, âlem-i gayba yakından bakan ve akıl ve kalpte
seyahat eden o yolcu, “Acaba âlem-i gayp ne diyor?”
diye merakla o kapıyı da şöyle bir fikir ile çaldı. Yani,
“Madem bu cismanî âlem-i şahadette bu kadar ziynetli ve
sanatlı hadsiz masnularıyla kendini tanıttırmak ve bu
kadar tatlı ve süslü nihayetsiz nimetleriyle kendini
sevdirmek ve bu kadar mu’cizeli ve maharetli hesapsız
eserleriyle gizli kemalâtını bildirmek, kavilden ve
tekellümden daha zahir bir tarzda fiilen isteyen ve hâl
diliyle bildiren bir zat, perde-i gayp tarafında bulunduğu
bilbedahe anlaşılıyor. elbette ve her hâlde, fiilen ve hâlen
olduğu gibi, kavlen ve tekellümen dahi konuşur, kendini
tanıttırır, sevdirir. öyle ise, âlem-i gayp cihetinde onu,
AsA-yı MûsA
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 181 |
7. Şua / ayeTÜ’l-kÜBra
marifet-i imaniye:
imanî bilgi,
malûmat.
masnu:
sanatla yapılmış eşya, var-
lık.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların aciz kaldığı şey.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
perde-i gayp:
gayp perdesi, gizli
perde; insanların bilmeyip sadece
Allah’ın bildiği gayp âlemdeki ma-
nevî perde.
seyahat:
yolculuk.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tekellüm:
söyleme, konuşma.
tekellümen:
konuşarak.
zahir:
açık, âşikar.
zat:
azamet ve ululuk sahibi olan.
ziynet:
süs, bezek.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
fiilen:
fiille, davranış ve hare-
ketle.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâl:
durum, vaziyet.
hâlen:
hareket ve davranış
olarak.
hesapsız:
sınırsız, sonsuz.
kavil:
fiiliyata dökülmeyen,
sözde kalan şey.
kavlen:
söz ile, sözlü olarak, fi-
ilî olmayan.
kemalât:
faziletler, kemaller,
olgunluklar, mükemmellikler.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
maharet:
mahirlik, ustalık.
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O öyle bir Vacibü’l-Vücud’dur ki, istidat ve mezhepleri-
nin farklılığına rağmen, birbirleriyle tevafuk eden itikatları ve birbirleriyle tetabuk eden ka-
naat ve yakînlerinin şahadetiyle, bütün münevver ve müstakim akıl sahiplerinin icmaı, Onun
vahdet içindeki vücub-i vücuduna delâlet eder. Keza, birbirine mütebayin meslek ve meş-
replerine rağmen birbirine tetabuk eden keşfiyat ve birbirine tevafuk eden müşadelerinin
şahadetiyle, bütün selim ve nuranî kalp sahiplerinin ittifakı, Onun vahdet içindeki vücub-i
vücuduna delâlet eder.