Otuzuncu Lem’a’nın İkinci Nüktesi [“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Her şeyi Biz belirli bir miktar ile indiririz.” (Hicr Sûresi: 21.)] âyetinin bir nüktesi ve bir İsm-i A’zam veyahut İsm-i A’zam’ın altı nurundan bir nuru olan Adl isminin bir cilvesi, Birinci Nükte gibi, Eskişehir Hapishanesi’nde uzaktan uzağa göründü.
Onu yakınlaştırmak için yine temsil yoluyla deriz: Şu kâinat öyle bir saraydır ki, o sarayda mütemadiyen tahrip ve tamir içinde çalkanan bir şehir var. Ve o şehirde her vakit harp ve hicret içinde kaynayan bir memleket var. Ve o memlekette her zaman mevt ve hayat içinde yuvarlanan bir âlem var.
Halbuki o sarayda, o şehirde, o memlekette, o âlemde o derece hayretengiz bir muvazene, bir mizan, bir tevzin hükmediyor; bilbedahe ispat eder ki, bu hadsiz mevcudatta olan hadsiz tahavvülât ve varidat ve masarif, her bir anda umum kâinatı görür, nazar-ı teftişinden geçirir bir tek Zatın mizanıyla ölçülür, tartılır. Yoksa, balıklardan bir balık, bin yumurtacıkla ve nebatattan haşhaş gibi bir çiçek, yirmi bin tohumla ve sel gibi akan unsurların, inkılâbların hücumuyla, şiddetle muvazeneyi bozmaya çalışan ve istilâ etmek isteyen esbab başıboş
olsalardı veyahut maksatsız, serseri tesadüf ve mizansız, kör kuvvete ve şuursuz, zulmetli tabiata havale edilseydi, o muvazene-i eşya ve muvazene-i kâinat öyle bozulacaktı ki, bir senede, belki bir günde herc ü merc olurdu. Yani, deniz karma karışık şeylerle dolacaktı, taaffün edecekti. Hava gazat-ı muzırra ile zehirlenecekti. Zemin ise bir mezbele, bir mezbaha, bir bataklığa dönecekti. Dünya boğulacaktı.
İşte cesed-i hayvanînin hüceyratından ve kandaki küreyvat-ı hamra ve beyzadan ve zerratın tahavvülâtından ve cihazat-ı bedeniyenin tenasübünden tut, tâ denizlerin varidat ve masarifine, tâ zemin altındaki çeşmelerin gelir ve sarfiyatlarına, tâ hayvanat ve nebatatın tevellüdat ve vefiyatlarına, tâ güz ve baharın tahribat ve tamiratlarına, tâ unsurların ve yıldızların hidemat ve harekâtlarına, tâ mevt ve hayatın, ziya ve zulmetin ve hararet ve bürudetin değişmelerine ve dövüşmelerine ve çarpışmalarına kadar, o derece hassas bir mizanla ve o kadar ince bir ölçüyle tanzim edilir ve tartılır ki, akl-ı beşer hiçbir yerde hakikî olarak hiçbir israf, hiçbir abes görmediği gibi, hikmet-i insaniye dahi her şeyde en mükemmel bir intizam, en güzel bir mevzuniyet görüyor ve gösteriyor. Belki hikmet-i insaniye, o intizam ve mevzuniyetin bir tezahürüdür, bir tercümanıdır.
Lem’alar, Otuzuncu Lem’a, s. 601
LÛGATÇE:
Adl: “Sonsuz adalet sahibi” manasında Cenab-ı Hakk’ın bir ismi.
bürudet: Soğukluk.
esbab: Sebepler.
gazat-ı muzırra: Zararlı gazlar.
hayretengiz: Hayret içinde bırakan.
hidemat: Hizmetler.
İsm-i A’zam: Cenab-ı Hakk’ın bin bir isminden en büyük ve manaca diğer isimleri kuşatmış olanı.
küreyvat-ı hamra ve beyza: Alyuvarlar ve akyuvarlar.
mevt: Ölüm.
mizan: Terazi, ölçü.
muvazene: Ölçü, denge.
taaffün etmek: Kokuşmak.
tahavvülât: Değişimler.
tenasüp: Uygunluk, uyumluluk.
tevellüdat: Doğumlar.
tevzin: Ölçülü hale koyma.
varidat: Gelirler.
ziya: Işık.
zulmet: Karanlık.