Risale-i Nur asrımızın dehşetli hastalıklarının ilacı hükmündedir. Kur’an’ı Kerim’in yaşadığımız asra bakan reçetelerinin mânâlarını tefsir eden mu’cize-i mâneviyesidir.
Risale-i Nur kişinin imânını kuvvetlendirir. Okuyucusu ve dinleyicisinde bir imân inkılabı yapar. İmânını taklidî bir imândan tahkike çevirir. “Bir çekirdekten, tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki âyinede görünen misalî güneşten tâ deniz yüzündeki aksine, tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi”1 tahkiki imânında dereceleri vardır. Bunlar: İlmelyakîn, aynelyakîn ve hakkalyakîndir. Dağın arkasında gelen dumanı görüp orada bir ateş olduğunu ilmimizle bilmemiz ilmelyakîn, dağın üstüne çıkıp ateşi olduğu gibi görmemiz aynelyakîn, ateşin yanına gidip o sıcaklığı hissetmemiz ve yaşamamız hakkalyakîn mertebeleridir.
“Risale-i Nur on beş senede kazanılan kuvvetli imân-ı tahkikiyi on beş haftada ve bazılara on beş günde kazandırdığını, yirmi senede, yirmi bin zat tecrübeleriyle şehadet ederler.”2 Risale-i Nur, ilgililerine sönmez ve kopmaz bir imân bahşeder. Dolayısıyla Risale-i Nur talebeleri, talebelik vasıflarını kaybetmedikçe imânla kabre girer. İnsi ve cinni şeytanlardan gelen vesvese ve şüphelere; aklında, kalbinde ve ruhunda mahal vermez.
Risaletü’n Nur, alakadarlarına insanlık mertebesini kazandırır. Zira “İmân, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder.”3 Bir vasfı kazanmak için o vasfın gereğini yapmak gerektir. İnsan olmanın gereği de imân etmektir. Çünkü “…İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve Ona imân edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti, mârifetullah ve imân-ı billâhtır ve iz’an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.”4
İLİMLERİN ŞAHI VE PADİŞAHI
“İlimlerin esâsı, ilimlerin şâhı ve padişahı imân ilmidir.”5 İmansız cennete girilmez.
“…Hakikî imânı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imânın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikàtından kurtulabilir.” Bu alemde yaşanan hadiselere ancak kuvvetli bir imân ile dayanabilir. Meselâ ölüm hakikatine imânsız veya imânı zayıf bir kimse nasıl dayanabilir? Ölümün yaklaşan sancısına nasıl katlanabilir?
Müslümanları zayıf bırakmak isteyen zındıka komiteleri bu hakikati bildiği için imânın esaslarına saldırıyorlar. Onlarca örnekten yalnız bir tanesi: “Abdullah Cevdet tarafından 1908 yılında Türkçe’ye “Tarih-i İslamiyet” adıyla tercüme edilen eseridir. Yazar bu eserinde, din, vahiy, peygamberlik ve Peygamber Efendimizin peygamberliği, İsmaililer, Dürziler, Karmatiler gibi muhtelif konulara temas etmiştir.
Gerek Kur’an-ı Kerim gerekse Peygamber Efendimiz (asm) hakkında iftira ve hakaretlerle dolu ifadelere yer vermekten çekinmemiştir.”6
Böyle bir zamanda en mühim mesele imânı muhafaza etmektir. “…Temelleri yıpratılmış bir binanın odalarını tamir ve tezyine çalışmak, o binanın yıkılmaması için ne derece bir faide temin edebilir? Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir ağacın kurumaması için, dal ve yapraklarını ilâçlayarak tedbir almaya çalışmak, o ağacın hayatına bir faide verebilir mi?
İnsan, saray gibi bir binadır, temelleri erkân-ı imâniyedir. İnsan, bir şeceredir, kökü esâsât-ı imâniyedir. İmânın rükünlerinden en mühimmi, imân-ı billâhdır, Allah’a imândır. Sonra nübüvvet ve haşirdir.
Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, imân ilmidir. İlimlerin esâsı, ilimlerin şâhı ve padişahı, imân ilmidir.”7
Tüm ilimler imân ilminin tezahürleridir, yansımalarıdır. Nitekim tüm mevcudat Cenâb-ı Hakkın isim ve sıfatlarının gereği olarak yaratılmıştır.
Asıl gaye Esma-i Hüsna’yı kâinat kitabı üzerinde okuyabilmektir.
NURLARA DİMAĞ KAPILARIMIZIN AÇILMASI
Risale-i Nur’u anlamamız, Nurlara karşı dimağ kapılarımızın açılması, Risale-i Nur’a olan sadâkat, sebat ve metanetimize bağlıdır. Hz. Peygamber (asm) “İmanınızı ‘Lâ ilâhe illallah’ sözü ile tecdit ediniz ve yenileyiniz” buyuruyor. Dolayısıyla Risale-i Nurları defalarca, dikkatle, merakla, devamla, muhabbetle, aşk ve lezzetle okuyarak imânımızı hergün tazelemeyiz. Fakat gazete gibi okumamalıyız. Hakikatlere aklen ulaşmak için safi ve meşgalesiz bir akıl gerekir.
Risale-i Nur’daki hakikatlere ihtiyaç hissettiğimiz ölçüde istifade ederiz. Risale-i Nur hakikatler bahçesi, sahra çölü büyüklüğünde bir bahçe gibidir. Bu bahçede ki meyvelerden ihtiyaç hissettiğimiz ölçüde yeriz. Çünkü kişinin iştahsız bir şey yemesi namümkündür. Dolayısıyla Risale-i Nurdaki tüm hakikatleri anlamıyoruz diye karamsar olmak anlamsızdır. Çünkü kabiliyetimiz nisbetinde meyve yeriz. “Herkes her bir meselesini anlamaz. Fakat hissesiz de kalmaz. Büyük bir bahçeye giren bir kimsenin, o bahçenin bütün meyvelerine elleri yetişmez. Fakat eline girdiği miktar yeter. O bahçe yalnız onun için değil; belki, elleri uzun olanların hisseleri de var.”8
Risale-i Nur derslerinin yapılmasının en önemli sebeplerinden biriside: Anladıklarımızı anlatmamız, paylaşmamız içindir. Yetişemediğimiz meyvelere uzanmak için destek almaktır. Dolayısıyla Risale-i Nur derslerin önemi büyüktür.
Resaili’n-Nur ile alakadar olmak, onun hizmetini görmektir. Nurlar’a hizmet Kur’ân’a hizmettir. Zira bu hakikatler doğrudan doğruya Kur’an’dan alınmıştır.
Cenâb-ı Hakkın rızasını kazanmanın en birinci yollarından biri onun dininin yayılmasına, zatının tanınmasına çalışmaktır. Risale-i Nur’da bu yoldan gidiyor.
Dipnotlar:
1 -Âsa-yı Mûsa, s.236.
2- Kastamonu Lâhikası, s.88.
3- Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Dördüncü Nokta.
4- Şuâlar , Mukaddime, s. 93.
5- Sözler, Konferans, s. 705.
6- Risale-i Nur Enstitüsü, Portreler.
7- Sözler, Konferans, s. 706.
8- Şuâlar, s. 384.