12 Nisan’da (2012), 28 Şubat 1997’de başlayan ve bin yıl süreceği açıklanan “post modern darbe” sürecini yapanlara karşı hukukî süreç başladığını okuyunca, 12 Eylül 1980 fiili darbesini yapanların yargılanmasından sonra ikinci önemli demokratikleşme süreci diye yazacaktım. Fakat 13 Nisan Cuma, daha hayırlara vesile bir gün olacak inşallah diye bir gün daha bekledim. Çünkü bugün aynı zamanda 31 Mart diye bilinen ve Anayasal demokratikleşme sürecimizde önemli yere sahip olan 2. Meşrûtiyet’i sekteye uğratan operasyonun da yıldönümü!
31 Mart 1428= 13 Nisan1909: 13 Nisan 2012
Ne olmuştu bir hatırlayınız; 31 Mart olayında? Derviş Vahdeti diye; ne olduğu, kim olduğu belli olmayan bir şahsın başlattığı ve “din elden gidiyor” nidalarıyla İttihatçı ekibe yönelik saldırıların başlamasıyla Hareket Ordusu İstanbul’a yürümüştü. Kardeşin kardeşi katline müsaade etmeyen 2. Abdülhamid’in çatışmaya izin vermemesi üzerine 2. Meşrûtiyet sekteye uğratılmış, padişah da görevden uzaklaştırılmıştı.
28 Şubat sürecinde neler olmuştu? Merhum Necmettin Erbakan başkanlığındaki hükümetin ülkenin kaosa girmemesi için istifa ettiğini, yapılan baskıları, başbakana televizyonda hakaretler eden bir kuvvet komutanı, bir hanım bakanımıza yapılan hakaretleri, tehditleri hatırlıyorsunuz değil mi?
Sincan’da tankları yürütenler, sabahlara kadar ilgili birimlerde ışıklarını açık tutanlar, sokaklardaki “Derviş Vahdeti”leri, ellerinde uzun sopaları, uzun saçları ile başşehre yürüyenler kimdi hatırlıyor musunuz? Ali Kalkancı, Fadime Şahin vb. isimlerin işlevini ve ardından başlatılan sürek avını hatırlatan uygulamaları unutmak mümkün mü? Görevlerinden uzaklaştırılan öğretmenleri, subayları, tehdit edilen akademisyenleri, kendi ülkesinde parya konumuna düşürülenleri? Zulüm ile kim abad olmuş ki, bunlar olacağını sandı?
Neyse, biz tekrar 31 Mart/13 Nisan 1909 tarihine giderek hatırlatmalar yapalım: 1894 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alan siyasî oluşum, 1908 yılında partileşmiş ve yapılan seçimlerde önemli başarı da elde etmişti. “Buna rağmen niçin böyle bir karşı operasyon yapıldı?” diye soracak olursanız, İttihatçı zihniyetin Tek Parti dönemi, 1960 ve 1980 İhtilâlleri ve 28 Şubat 1997 sürecindeki kodlarını yakalayabilirsiniz.
İTTİHATÇI ZİHNİYETİN TEMEL KODLARI
1908 seçimlerinde İttihat ve Terakki Cemiyeti, mecliste çoğunluğu elde etti, akabinde ülkede muhalif sesleri şiddetle bastırılmaya başladı. Yeni bir hürriyet ilânı ile ülkede serbestlik hakim olacak sanılırken, mutlak güç, şimdi, parlamento adına İttihat ve Terakki Cemiyetine geçti. Merkeziyetçi bürokrasi yeniden güçlendi ve yönetimi tam bir kontrol mekanizmasına tabi tuttu.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkeziyetçiliği karşısında duran Liberallere göre ise 1908 hareketi bir darbedir, zira hürriyet ilân edildi; ama meselenin toplumsal yapının düzeltilerek değil de, iktidarı ele geçirerek halledileceği düşünüldü. Halbuki, hukuk, ekonomi, ahlâk gibi sosyal yapıya yönelik alanlarda tabandan değişikler yapıldığı sürece ilerleme kaydedilir; tepeden (jakoben) bir tarzda değişim teklifleri siyasal zorbalığı getirir; bu da sosyal ve ekonomik yoksulluğu devam ettirir. Şimdi “demokrasiye balans ayarı” adı altında “Çevik” “Bir” el ile koordine edilen 28 Şubat sürecinde olanları hatırlayınız, ayrıntısıyla yazmama gerek yok sanırım!
İTC’nin post modern darbesine karşı muhalif partiler 1911 seçimlerinde Hürriyet ve İtilâf Partisi bünyesinde güçlerini birleştirdiler. Meclis-i Mebusan’a 100 üye göndererek büyük bir başarı kazandılar. Demokrasi getirmek için ayaklanan İttihat ve Terakki, bunu kabullenemedi ve Meclis feshedildi.
1912 seçimlerinde büyük bir baskı uyguladı ve 264 vekile sahip oldu, muhalifler ise 6 mebusla yetindiler. Bu seçim, Türk tarihine “sopalı seçim” diye yeni bir kavram kazandırmıştır. Her zaman gölge hükümetler kurup, arka planda kalmayı yeğleyen İttihatçılardan bir grup, Meclisteki bu tabloya bakarak, askerî darbe tehdidi ile hükümetin istifa etmesini sağladılar.
Bu askerî etkiyi kırma yollarını arayan yönetim, 18 Nisan’da açılan meclisi, 4 Ağustos 1912 yılında feshetti. İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerine büyük bir baskı başladı; fakat İTC, 23 Ocak 1913 yılında bir saray darbesi ile hükümeti değiştirdi. 1914 yılında yapılan seçimde, muhalefete yer verilmesine imkân bırakılmadı ve İTC tek parti haline geldi.
SONUÇ:
Pozitivist ve merkeziyetçi/kameralist bir yapı öngören İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Türk siyasî hayatında yeni bir açılıma izin vermemesi ve en küçük muhalif düşünceyi bile ülke bütünlüğüne yöneltilmiş bir tehlike olarak görmesinin etkisi hâlâ yaşadığımız bir gerçektir.
İşte bu sebepten dolayı 12 Eylül fiilî darbesinin muhakeme sürecinden sonra “28 Şubat post modern darbesinin soruşturulma günü olarak 13 Nisan 2012 tarihini 31 Mart/13 Nisan 1909 olaylarına kadar uzanan tarihsel perspektif ışığında okunması gerektiğini düşünüyor ve demokratikleşme sürecimiz için önemli bir aşama olarak görüyorum.
12 Eylül Darbesi ve 28 Şubat post modern darbesinin sorgulanmasına itiraz edenlerin ise İTC’nin yeni versiyonları olduğu, aslında söylemin pek de değişmediğini görünce söyleyecek söz bulamıyorum.