ADALETSİZ VE AYRIMCI UYGULAMALAR TARİHE İKTİDARIN AYIBI OLARAK YAZILIYOR. BÖYLE DEVAM EDEMEZ.
23. Dönem İstanbul Milletvekili Ufuk Uras Yeni Asya'nın sorularını cevaplandırdı
Sizinle soluk alıyoruz
“SİYASET çok ceberutlaştı, otoriterleşti. Gücün bir kara deliği var ve herşeyi yutuyor. KHK’lıları kamudan atıyor, özel sektörde de çalışamazsın diyorsun. Açlığa mahkûm ediyorsun. Gazetecilik tektipleşti. Sizler gibi ya da sosyal medyada gördüğümüz bazı zeminler var soluk alabildiğimiz.”
Haklar lütuf değil
“İKTİDARI eleştiriyorsanız basın kartınızı, gri pasaportunuzu vermiyorlar. Bu bir lütuf değil ki, temel hakkınız. Seçici davranılıyor. Kemalist rejim eleştirisi yapıp tekrar başa döndük. Hiçbir otoriter rejim ayakta kalamaz. İhtiyacımız daha özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye. Oraya ulaşacağız.”
***
23. Dönem İstanbul Milletvekili Ufuk Uras: Ülkede adalet açlığı var
Gündemi ve yaşanan hukuksuzlukları değerlendiren 23. Dönem İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, “Türkiye gelir dağılımı eşitsizliğinin en yoğun olduğu ülkeler arasında. Ülkede bir adalet açlığı var” dedi.
23. Dönem İstanbul Milletvekili Ufuk Uras’la Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik ve siyasî problemleri, KHK’ları, yaşanan mağduriyetleri ve muhalif kesimlere yapılan keyfi uygulamaları konuştuk. Muhalif basının ve gazetecilerin maruz kaldığı keyfilikleri de değerlendiren Uras, “Bizim ihtiyacımız olan daha özgürlükçü, daha demokratik bir Türkiye” diyor.
Bir sosyal medya mesajınızda, “95 yıl geçti, hâlâ cumhuriyeti demokratikleştirme hedefi gerçekleşmedi” ifadelerini kullanıyorsunuz. Peki, demokratik bir cumhuriyete nasıl kavuşuruz?
Cumhuriyetin 95. yılındayız, bir 95 yıl muhasebesi yapmanın da tam zamanı. Hâlâ Dersim’de 2 asker donarak ölüyor, bu ülkenin dağlarında hâlâ operasyonlar oluyor, hâlâ çatışmalar sürüyor. Bir cumhuriyet histerisine kapılacak bir durum yok. Çünkü cumhuriyetin karşısı monarşi ise memlekette monarşiyi savunan yok. Tartışma cumhuriyetin sıfatlarıyla ilgili; Demokratik bir cumhuriyet mi? Sosyal bir cumhuriyet mi? Yoksa otoriter bir cumhuriyet mi olacak? 95. yılda hâlâ 12 Eylül Anayasası’nı değiştirememiş bir ülke olarak iyi bir sınav verdiğimizi düşünmüyorum. Tam tersine siyaset çok merkezileşti. Siyasetin kendisi çok ceberrutlaştı, otoriterleşti. Bunları artık aşmalıyız. Türkiye’nin yer aldığı dünya ölçeğindeki, insanî durum, işsizlik, çocuk ölümleri gibi birçok sıralamada Türkiye iyi bir yerde değil. Hangi endekse bakarsanız bakın rakamlar ortada… Cumhuriyeti kurduk, tamam iyi güzel, ama çok kültürlü, çok inançlı, çok kimlikli bir Türkiye hedefini gerçekleştirememişiz. Bu gerçekle karşı karşıyayız.
Çözümü noktasında neler yapılabilir?
Demokratik cumhuriyet için mücadelede şu yerel seçimler bile bir vesile. Çünkü AK Parti – MHP iktidar bloğunun varlığı muhalefet açısından büyük bir imkân sağlıyor. Muhalefetin bazı başarı öykülerine ihtiyacı var. Bütün siyasî partilerin yerel seçimlerde bir ön seçim yapmaları lâzım. Yapmıyor. Muhalefet diyebilir ki; ben bir ön seçim yapıp ortak adaylar çıkaracağım… Ak Parti’nin bu hegemonik iktidarını adım adım yerel seçimlerden başlayarak sarsmak ve Türkiye’yi bir erken seçime zorlamak ve yerellerde yetkilerin arttırıldığı, 12 Eylül rejiminin temel kabullerinin son bulduğu bir yere doğru adım adım gidilebilir. Başka yolu yok diye düşünüyorum. Gücün bir kara deliği var ve bu her şeyi yutuyor. Güç karşısında hakikati tercih edenlerin, hakikatlerden yana olanların uzun vadede ahlâken daha avantajlı olduğunu düşünüyorum. Asla hakikat arayışımızı iktidar arayışına heba etmemeliyiz. Siyasetin ve hayatın temel pusulası bu olmalıdır.
Adaleti sağlayan ülkeyi yönetir
Ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kriz henüz seçmen davranışlarına yansımadı, ama biz bakkala, markete gittiğimizde açıkça fiyatların katlandığını görüyoruz. 300’ün üzerinde şirket konkordato ilân etti. Kriz karşısında kitlesel işten çıkarmalar oluyor, bunlar kabul edilemez, çünkü en büyük problem zaten işsizlik. Asgarî ücretliden başlayarak toplumun bir kısmı ciddî geçim sıkıntısı yaşamakta. Bu otomatik olarak siyasete yansımıyor. Siyasete yansıması için bir adres göstermek gerekiyor. Orta ve uzun vadede GSMH içerisinde imalat sanayi ve tarımın payı düşüyorsa, ‘küresel güç, küresel akıl, üst akıl dediğimiz şey tuhaf bir şekilde halkın yeterince akıl baliğ olmadığını varsaymak anlamına geliyor. Kendi yanlışlarınızı uluslar arası güçlere havale etmek, siyasete puan kazandırabilir, ama gerçekçi bir politika değil. Sonuçta Türkiye gelir dağılımı eşitsizliğinin en yoğun olduğu ülkeler arasında. Ülkede bir adalet açlığı var, iktisadi adalet, hukukî adalet açlığı var. Bunu kim giderirse önümüzdeki süreçte Türkiye’nin geleceğini belirleyecek siyasî aktör olacaktır. Buna yönelik çalışmak lâzım. Ekonomideki problemler eğer yerel seçimlerdeki başarısızlık bir genel seçime 2019’un sonu veya 2020 başı gibi yönelirse orada daha açık bir şekilde görülecek.
Yerel seçimlerle ilgili düşünceleriniz neler? Sizce adayların başarılı olmaları için ne gibi özelliklere sahip olmaları gerekiyor?
Genel olarak bir başarı öyküsü yok. Eğer ortak adaylıklarda anlaşılırsa, parti çıkarını değil de ülkenin, toplumun çıkarını ön plana çıkarırlarsa başarılı olunulabilir. Başarılamazsa muhalefet partilerinde ciddî bir türbülans olacak. Akıllıca davranmak gerekiyor. Bunu görüp bir ortak sinerji oluşturulursa sonuç alınabilir diye düşünüyorum.
Hak arayışı mücadelesi bizleri ahlaken üstün kılıyor
Bu kadar KHK’lının durumu varken kendi örneğimi vermem belki uygun kaçmaz, ama kendimden bir örnek vereyim; Milletvekilleri için bir geçen yılın Temmuzunda bir yasa çıktı. Emekli öğretim üyelerinin emekli milletvekillerinin üniversitelere dönmesi için. Ben de başvurdum. Bütün Ak Partili öğretim üyelerini aldılar, beni almadılar. Ben de Cumhurbaşkanı’na, şimdi Meclis Başkanı o dönemin başbakanına. Dedim ki bu yasayı sadece Ak Parti için mi çıkarıyorsunuz? İstanbul Üniversitesi 7. ayda almayınca ben de İdare Mahkemesi’ne başvurdum. Bana bu defa da dediler ki; siz idare mahkemesine verdiğiniz için atamanızı yapmıyoruz. Atamamı yapmadığınız için mahkemeye başvurdum. Hiç kimseden istenmeyen güvenlik soruşturması istendi. Peki bunları niye Ak Partililerden istemiyorsunuz? Kendi örneğim çok somut.
Aslında açlığa mahkûm ediyorsun
OHAL’in sebep olduğu mağduriyetler ve hukuksuzluklar devam ediyor… Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Hükümet bunların farkında değil mi sizce?
Hükümetin bunları görmemesi imkânsız. En son gördüğüm Ömer Faruk Gergerlioğlu, Meclis’te feryat ediyordu. Fakat gerçekten duvara konuşuyor gibi… KHL’lılar, cezaevlerinde kalan insanların durumları öyle… Kamudan atıyorsun özel sektörde de çalışamazsın diyorsun. Yani aslında açlığa mahkûm ediyorsun. İntiharlara neden oluyorsun.
‘Yasa sadece Ak Partililere uygulanıyor’
Yargı bağımsızlığı zaten akıldan, zamandan bağımsızlık anlamına gelmiyor. Şunu anlatmak istiyorum; hukukun temel ilkesi yasalar önünde eşitlik ilkesidir. Bir yasa çıkarıyorsunuz ve bunu sadece Ak Partililer için uyguluyorsunuz. Ben bunu Türkiye’de hukuk devleti var, hukukun üstünlüğü var diyen bütün Ak Partililere söylüyorum. Üzüldük falan diyorlar, ama bu sadece benim kişisel meselem değil. KHK’lıların durumu böyle bir çok kişinin durumu böyle. O yüzden aslında bu hukuksuzluklar teşhir edilmiş vaziyette. Benim mahkemem 11. aya girdi hâlâ bir sonuç yok, gecikmiş adalet adalet değildir. Ama bu hak arayışı mücadelesi bence bizleri ahlâken üstün kılıyor. Yanlış olan onlar, doğru olan biziz. Yani yasayı niye uygulamıyorsun diye soruyorum… Onların durumuna düşmek istemezdim. Akşam yatarken vicdanen rahat olmak lâzım.
Sükût suikastı yapılıyor
Benzer hukuksuzlukları bizler de yaşıyoruz. Meselâ, gazetemizin çalışanlarına hak kazandıkları halde basın kartları verilmezken, Genel Yayın Yönetmenimiz ve bazı yazarlarımıza da gri pasaportları verilmiyor.
Aslında bu ‘kelâm tekeli’ tekellerin en kötüsü. Kelâm tekeli oluşturmak istiyorlar ve kendi iradesinden bağımsız bir gazeteciliğe imkân vermiyorlar. Bu bir lütuf değil ki bu sizlerin temel hakları. Seçici davranılıyor. Cumhurbaşkanı’nın uçağına binecekler, binmeyecekler falan gibi tuhaf kategoriler, gelişmiş demokrasilerin hiçbirinde yok. Bütün bunların farkındalar, ama bence Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘sükût suikastı’ dediği bir durum var. Yani sessiz kalarak, yok sayarak durumu geçiştiriyorlar. Böyle bir şey olmamalı tabi. Bunlar insanlık tarihine onların ayıbı olarak yazılıyor.
Taksim’e neden betonarme cami yapıyorsunuz?
Yeni yapılan Taksim’deki cami inşaatı var, yanında da kilise var. Nasıl bir cami o baktığınızda, betonarme bir cami. Kilise nasıl bir kilise? Taştan yapılmış. Yani taştan yapılmış bir kilisenin karşısına cami yaparken sen de taştan yap. Niye betonarme bir cami? Bu basit bir örnek, ama bir cami yapımında bile ucuza kaçma, klişe… Niye cami yapıyorsunuz demiyorum, niye betonarme cami yapıyorsunuz? Bizde taş işçiliği yok mu? Ama o pahalıya geliyor. Döküyor betonu cami yapıyor. Kalıcı bir eser yapmak istiyorsanız estetik diye bir kavram var. Sen de taştan bir eser kazandır değil mi, ama yok yapılmıyor bu.
Değerler çürüyor
Soljenitsin demiş ki; ‘Çığa neden olan çığlık olmak istiyorum’ çığlığımın duyulmasını istiyorum. Kişinin sağcı mı, solcu mu olduğu önemli değil, ne dediği önemli. İdeolojik pozisyondan yola çıkarak gerçeğe ulaşamazsınız. Bir gazeteci ile bir diğer gazeteci arasında siyasî duruşuna göre ayrımcılık yapılıyorsa ben zaten o gazeteci gibi olmak istemem. Yani gazeteci ayrı bir şey, propogandist ayrı bir şey. Bunlar propogandist. Üniversitede hoca olsa da propogandist oluyor, gazetecisi de propogandist oluyor. Sonuçta halının altına atıyorlar bütün bunları. Halının altına atıldığı ölçüde de halı çürüyor. Kendiniz çürüyorsunuz, değerleriniz çürüyor. O yüzden ben bizim kamu yararına bir duruşumuz olduğunu düşünüyorum. Çürütmek istemiyorum bazı değerleri. Çünkü böyle giderse hepimiz çürüyeceğiz. Bir filtreden geçiriliyorsunuz, iktidarı eleştiriyorsanız bugün basın kartınızı vermiyorlar. Ama gidip Ak Parti Kâğıthane ilçesine üye olsanız sizin bütün probleminiz çözülür. Böyle bir ayıpla karşı karşıyayız.
Kemalist rejim eleştirisi yapıp tekrar başa döndük
Doların artmasıyla daha fazla görünür hâle gelen kâğıt krizi özellikle muhalif yayınları oldukça etkiledi. Basın İlân Kurumu’nun bu konu hakkında herhangi bir çabası görülmüyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün büyük ölçüde gazetecilik bitti, tektipleşti. Sizler gibi ya da sosyal medyada gördüğümüz bazı zeminler var, soluk alabildiğimiz, kendimizi ifade edebildiğimiz. Bu bir tür kurumlar yoluyla terbiye etme politikasıdır. Terbiye etmeye çalışılıyor. Hiçbir otoriter rejim uzun vadede bu şekilde ayakta kalamaz. İnsanlara soruyorum; artık kimse televizyon izlemiyor, kimse gazete almıyor. Bu tür politikalar bir süre sonra tersine tepiyor. Biraz muhalefetten korkmanın, telâşa kapılmanın, çaresizliğin ifadesidir. Tersten öyle bakmak gerekiyor. İttihatçılara karşı olup, ittihatçı gibi davrandığınızda sizin iddia ettiğiniz, savunduğunuz hiçbir şeyin anlamı kalmıyor. Şimdi tekrar başa döndük. Kemalist rejim eleştirisi yapıp tekrar başa döndük. Bizim ihtiyacımız olan daha özgürlükçü, daha demokratik bir Türkiye. Ben er geç bu noktaya gelinebileceğini düşünüyorum. Yeter ki dersler çıkararak demokrasinin asgarî ölçülerinde de olsa yan yana gelme becerisini gösterebilmek.
Röportaj: Ülker Ylmaz Caba
ulkery.caba@yeniasya .com
Fotoğraf: KÜBRA BAŞ - Yeni Asya