Balkan Notları...
“Priştine’de ABD‘nin her yerde faaliyetini ve bayrağını görüyorsunuz. Halkın ABD hayranlığı var, özellikle gençler de görülen daha çok Avrupa tarzı bir giyim hakim. Kapalı hanımlar ise daha çok vehhabi geleneğindeki Müslimler. Türkiye’nin etkisini çok göremedik. ABD emperyalizmi Balkanlara tüm kurumları ile girmiş.”
KARADAĞ DOĞU KARADENİZ GİBİ
Saraybosna sonrası Karadağ üzerinden Kosova’ya yöneldik. İnanılmaz bir yolculuk oldu. Karadağ’da tam bir Doğu Karadeniz iklimi hakim. Piva kanyonu gördüğüm en büyük kanyonlardan biri. Kıvrım kıvrım dağ kenarındaki yollardan geçerken uçurumları seyretmek inanılmazdı. Kestirme, ama çok meşakkatli bir yol. Sırbistan üzerinden yol daha iyi, ama çok uzun. Piva kanyonu çok meşhur ve içinden geçen nehirde rafting yapmak ise apayrı bir güzellik. Avrupa rafting için buraya akıyormuş. Tam bir rafting ülkesi. Yüzlerce kısa ve uzun ölçekli tüneller şehri burası. Tünellerde sular akıyor, sadece delip bırakmışlar ve içinden yol geçirmişler.
Nüfus az. Yer çok ve engebeli, dağlık o yüzden evleri dağıtmışlar. Yol boyunca tek tek ışık görüyorsunuz. Karşınızdan gelen ise hiç yok gibi. Allah muhafaza yolda kalsanız yandınız.
Karadağ gümrüğünden sonra son durağımız Kosova. Bir an önce tanıdık, bildik ve bizden insanların olduğu yer hasreti ile Kosova’ya giriş yaptık. Bir daha aynı yolu gideceksen gündüz gitmelisin. 9 saatlik yoldan sonra Kosava’dayız. İnanın camileri görünce içimiz ferahladı. Karadağ’ın Kosova’ya yakın yerlerinde camiler var. Bölünme sırasında birçok Müslüman şehri Karadağ tarafında kalmış. Geç saatlerde ise Priştine’ye vardık. Kardeşimiz Harun bizi karşıladı ve medresedeyiz. Rabbim ne güzel bir karşılaşma ve huzur. Sabah namazına kadar oturduk ve namaz sonrası yatak yüzü gördük. Priştine’yi gezmemiz gerekiyor ve zaman kısıtlı. Harun kardeş öncelikle yürüyerek kısaca şehrin kalbine doğru bizi götürdü. Merkezde NEW BORN yazısı var, kocaman. Her gelen turist onunla fotoğraf çektiriyor. Kosova’nın bağımsızlığını ifade eden bir yazı. Yeniden doğuş anlamı ile bağımsızlığın ifadesi gibi algılanıyor.
YAŞAR PAŞA CAMİİ
2014-15 yılları arasında TİKA tarafından restore edilerek günümüzdeki haline almış. 2016 yılında ibadete açılmış. İçi çok renkli ahşap doku ile kaplı. İnsanı büyülüyor. Bu camiyi Priştine’ye geldiğinizde mutlaka görün. Priştine’de ABD‘nin her yerde etkinliğini ve bayrağını görüyorsunuz. Halkın ABD hayranlığı var, özellikle gençler de görülen daha çok Avrupa tarzı bir giyim hakim. Kapalı hanımlar ise daha çok vehhabi geleneğindeki Müslimler. Türkiye’nin etkisini çok göremedik. ABD emperyalizmi Balkan’ara bütün kurumları ile girmiş, bunu kırmak ve değiştirmek artık çok zor. Terzi, fırın ve köfteci dükkânları çok yoğun. Ayrıca ŞEŞ olarak adlandırılan eski Osmanlı camilerinin başlangıcı ile şehrin en büyük kilisesi olan yapı arasında uzanan bir cadde. Kısacası cami ile kilise arasına sıkışmış bir yapılanma mevcut. Halkı tam bir Avrupalı tarzında, örtülü bayan pek göremedik. Camilerde ise daha çok yaşlı ve eski insanlar. Türkiye’den geldik dediğimizde gözleri ışıldayan insanlar hâlâ var.
Karışık ve zor bir coğrafyanın insanları, eski Yugoslavya parçalandığında Sırbistan, Karadağ, Kosova, Makedonya, Bosna Hersek, Hırvatistan olmak üzere altı devlet ortaya çıkmış. Kendi içlerinde savaş ve anlaşmazlık içinde günler gelip geçiyor, birlik ve beraberlik çok zayıf. Güçlü bir büyük devlet yerine küçük küçük zayıf devletler. Bir yerde toplatmıyor büyük zındıka komiteleri.
Mevsim gereği her yerde çilek var. Çilek yedik, ama çilek aldığımız genç kardeşimize Risale hediye ettik, büyük bir keyifle okuduğunu gördük.
Sıra Prizren’de... Burası Priştine’ye yakın ve daha popüler bir şehir. Türklerin varlığı burada da hakim pozisyonda. Şehri Bistrica ya da Aknehir tam ikiye bölüyor. Nehrin üzerinde Osmanlı’dan kalma taş köprü ise hala ayakta. Nehrin kıyısında meşhur camimiz, Sinan Paşa Camii. İnce işçiliğin doruk noktası, en önemli süslemeleri burada mihrapta da görüyorsunuz.
ALACA CAMİİ
Tekrar Priştine’ye döndük. O gece sabahladık nerdeyse. Erkenden Makedonya’ya doğru yola çıktık. İlk durağımız Tetova=Kalkandelen. Tetova’ya ulaştığınızda ilk görülmesi gereken yer ALACA CAMİ. Yolunuzun üzerinde, muhteşem, adeta resim san’atının Arapça ile buluştuğu bir cami. Tirandaki Ethem Bey Camii gibi süsleme san’atının harika bir eseri. Cami Tetova’yı meşhur etmiş durumda. Tetova gelince adeta bir Türk şehrine girmiş gibi oluyorsunuz. Alaca Camii’nde namaz kıldıktan sonra önümüzde Ohrid var. Ohri’ye kadar paralı yol var, onu tercih ederek hızlıca orya gittik. Ohri göl kenarında ve tarihî bir şehir. Kril alfabesini bulanların burada hemen gölün kenarında heykelleri var. Tabi Krilce yazdıkları için anlayamıyoruz. Tarih kokan camisi, Bektaşi Mevlevîhanesi, Türk kebapçıları ve dondurmacıları ayrıca gölden çıkarılan incileri ile meşhur bir yer.
OSMANLI ŞEHRİ OHRİ
Ohri gölünü kayıkla gezmek klâsiklerden olmuş. Biz de gezmek için iyi bir pazarlık sonucu kişi başı iki euroya anlaştık. Kayıkçı bir Türk. Her yerde bizlerden insan bulmak çok kolay. Ohri göl kenarı güzel bir Osmanlı şehri. Tepede bir kilisesi ve berrak suyu ile bizi çok etkiledi. Bektaşi tekkesinde namazımı kıldıktan sonra Strugaya, oradan Arnavutluk gümrüğüne doğru yol alıyoruz. Gümrükten geçtik ve artık Arnavutluktayız. Elbasan üzerinden Tiran’a doğru gidiyoruz. Geç vakit Tiran’a ulaştık. Geziye başladığımız yerdeyiz, 5 gün boyunca bütün Balkanları gezmiş olduk. Selâm ve duâ ile...
Gezi: Op. Dr. Aytekin COŞKUN