"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

4 ülkeden kısa notlar: Moskova Camii hepimizi büyüledi

24 Mayıs 2017, Çarşamba
Bir taksi çevirip bizi Moskova Camii’ne götürmesini söylediğimizde taksi şoförünün Kırgız Müslümanı olduğunu öğreniyoruz. Moskova’nın merkezine çok yakın olan bu muhteşem cami insanı adeta büyülüyor.

MOSKOVA / RUSYA

Hani gençlik yıllarımızda yirmili yaşlarımıza kadar “Kahrolsun Moskof, kahrolsun komünizm” diye bağırıp sloganlar atardık.

Hizmetle müşerref olduktan sonra da her daim söylediğimiz Abdurrahim Karakoç’un o marşı... “Kör dünyanın göbeğine/ Hak yol İslâm yazacağız” mısralarını “Moskof’un göbeğine/ Hak yol İslâm yazacağız” diye şevkle heyecanla okurduk.

Şimdi artık Moskof’tayım. Kremlin Sarayı’nın önünde, Kızıl Meydan’ın göbeğinde…Tabiî, aradan yıllar geçti. Ne bizde marş okuyarak yeri-göğü inletme dönemi kaldı ne de o ‘Kızıl Moskof’.

Dün, dünyayı yakıp kavuran komünizmin başşehri Moskova’da, bu Kızıl Meydan’da askerî geçit törenleri yapılır, dünyaya göz dağı verilirdi. Ya şimdi? Turistlerin hatıra fotoğrafı çektirmek için gezip tozduğu bir yer… Komünizmin izlerini kısa sürede silip atmış Ruslar.

Burada bol bol Rus salatası ve etsiz yemekleri tercih ettik. Moskova oldukça pahalı bir şehir.

Moskova’yı hop on hop off (in-bin turist otobüsü) ile gezdik. Aslında gezilecek önemli yerler daha çok Kremlin Sarayı, Saray avlusundaki tarihî Rus Ortodoks kiliseleri ve Kızıl Meydan. Önünden geçtiğimiz, yıllarca pek çok masum insanın canının yakıldığı KGB istihbarat binası, kavgacı siyasetçi Vladimir Jirinovski’nin kavgalarından tanıdığımız parlamento binası DUMA ve ismini hatırlayamadığım diğer tarihî yerler de görülecek yerler arasında sayılabilir.

Bir taksi çevirip bizi Moskova Camii’ne götürmesini söylediğimizde taksi şoförünün Kırgız Müslümanı olduğunu öğreniyoruz. Moskova’nın merkezine çok yakın olan bu muhteşem cami insanı adeta büyülüyor. Üç kat olarak yapılmış bu camide bayram namazlarında on binlerce Müslüman caminin içinde ve avlusunda namaz kılabiliyor.

Yani biz marşlar okuyarak manevî duâlar ederek ‘Moskof’un göbeğine/ Hak yol İslâm yazacağız’ diye haykırırken buradaki Müslümanlar onu oraya, Moskovanın tam göbeğine bu muhteşem camiyle yazmışlar bile. Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin, “Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha veya tâbî olabilir” ifadeleri hayalimizde canlandı. Kısa Moskova gezimizden sonra son menzilimiz Bakü-Azerbeycan.

***

“Kim ki insanı sevər, aşiq-ı azadlıq olur, Bəli, hürriyyət olan yerdə insanlıq olur”

BAKÜ / AZERBAYCAN

Kardeş Azerbaycan’ı görme heyacanını her zaman içimde yaşamışımdır. Artık bu arzum gerçekleşiyor. Vize ve pasaport işlemlerinden sonra eşimle beraber yolcu salonuna doğru ilerliyoruz. Avustralya’dan bir dostumuzun anne ve babası Rafıq Abiyle Nesibe Abla çiçeklerle karşılıyor bizi. Sanki yıllar öncesinden tanışıyormuşuz gibi içten bir sevgi ve muhabbetle kucaklaşıyoruz.

Gece yarısı geldiğimiz Bakü’de bizi istirahat edeceğimiz yere bırakıyorlar. Yarın Bakü’yü gezip görme fırsatımız olacak.

Sabah kahvaltısından sonra, ev sahibi dostlarımızla turluyoruz Bakü’de. Yeni inşa edilmiş modern havalimanı, geniş caddeler, yol boyunca yeni binalar, yemyeşil parklar, Hazar denizi kıyısı yürüyüş alanı ve kordonu… Bayrak Meydanı, meşhur Azadlık Meydanı, Kız Kulesi, Erovizyon yarışmasının yapıldığı kongre salonu, müzeler, san’at galerileri, güzel çarşılar ve tarihî yerlerin olduğu bir şehir Bakü. Nizami Gencevi gibi şairler yetiştiren topraklar.

Bize ne ikram edeceğini şaşıran Rafiq abimiz bizi oranın meşhur mangal lokantasına götürüp Hazar Denizi’nden çıkan mersin balığından ve diğer yiyeceklerden ikram etti.

Hem yaya hem de arabayla gezip gördüğümüz Bakü gerçekten görmeye değer bir yer. Herkes sizinle hoş Azeri lehçesiyle konuşuyor. Kendi diliniz, kendi insanınız. İki devlet bir milletiz Azerilerle. Bakü pahalı mı ucuz mu bilemiyorum. Rafıq Abimiz sağ olsun bize kuruş harcama fırsatı vermedi. Onun için para değerini bile bilmiyorum Azerbeycan’ın.

Akşam namazı için Azerbeycan’ın en büyük camii olan Haydar Aliyev Camii’ndeyiz. Azeri kardeşlerimiz Şia mezhebindendirler. Ezan-ı Muhammediyeyi bizden biraz farklı olarak Hz. Ali’nin (ra) ismini ilave ederek okuyorlar. Cemaatle namaza duruyoruz. Namazın içindeki farzlarda farklılık olmasa da sünnet, duâ ve tesbihlerde farklılıklar göze çarpıyor.

Cami geniş bir meydana inşa edilmiş. Etrafı külliyelerle donatılmış, muhteşem bir ibadet yeri.

Akşam yemeği için ev sahibi dostlarımız bizi meşhur Şebi Restoran’a götürüyor. Canlı Azerice, Türkçe ve Rusça parçalar söyleniyor sahnede. Bizler de Azeri mutfağının lezzetli yemeklerinden tadıyoruz.

Vakit hayli ilerliyor ve biz istirahata çekiliyoruz. Yarın sabah, artık çok sevdiğimiz dostlarımızdan ve bulunmaktan mutlu olduğumuz can Azerbaycan’dan ayrılıyoruz. Yazımı, Azeri şair Mirza Ali Ekber Sabir’in çok hoşuma giden şu güzel beyitiyle bitirmek istiyorum:

“Kim ki insanı sevər, aşiq-ı azadlıq olur, Bəli, hürriyyət olan yerdə insanlıq olur.”

***

Camilerde gençler çoğunlukta...

Arnavutlar’ın camilerinde, biraz Hanefî mezhebinden, biraz Şafî mezhebinden karma bir namaz kılınıyor. Camilerde yaşlı cemaat yok denilecek kadar az, gençler çoğunlukta...

TİRAN / ARNAVUTLUK

Hep merak ettiğim, görmek istediğim yerlerin başında gelirdi Arnavutluk. Belki de atalarımızın bu coğrafyadan olması bu ilgimi daha da arttırmıştır. Türkiye’ye gelmişken fırsat bu fırsat bir kaç gezi yapalım dedik. Mehmet Kutlular Abi’nin Avustralya’ya ilk gelişinde “Kardeşim burası dünyanın sonu. Ahiret buraya yakındır herhalde. Biz buraya kadar gelmişken geri dönmeyelim. Buradan ahirete geçiverelim” diye espiri yaptığı yerden geliyoruz. Avustralya, malumunuz dünyanın ta öbür ucu.

Pegasus havayollarıyla, İzmir’den İstanbul aktarmalı bir buçuk saat süren yolculuktan sonra Tiran’a inişimizle gezimiz başlamış oluyor.

Yakın tarihte komünizmin -hür dünyaya kapalı, en sert, en acımasız, ülkeye giriş çıkışların dahi yasak olduğu bu despot rejimin- tam uygulandığı bir yerdir Arnavutluk. O kadar ki Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nin Marksist-Leninist ideolojiden uzaklaştığını düşünüp Sovyet Sosyalist Rusya ile ilişkisini kesen bir Arnavutluk. Daha Marksist-Leninist bulduğu Mao’nun Çin’iyle beraber olan ve Mao’nun ölümüyle, Çin’in de komünizmden uzaklaştığını ve kapitalizme kaydığını düşünüp onu da terkeden bir Arnavutluk.

1908’de Osmanlı İmparatorluğu’nun Ergir kentinde Bektaşi Müslüman Tosk bir ailede doğan Enver Hoca, ilk eğitimini İlbasanlı Selim Rûhi Baba tarafından Âsım Baba Tekkesi’nde almış. Sonrasında üniversite öğrenimi için gittiği Fransa’da kominist ideolojiyle tanışmış. Arnavutluk’a döndüğünde II. Dünya Savaşı’nda İtalyan işgalci güçlerine karşı halkı örgütler ve yükselerek Parti sekretaryası olur. Sonrası mı? Arnavutlar için felaket yılları başlar. Din yasaklanır. Cami ve kiliselere kilit vurulur. Komünizmin devrilmesinden sonra, onun tortularından çok çabuk kurtulup demokrasisini güçlendirmek için gerekli bütün adımları atan, dini özgürlüklerin olduğu bir ülke olur Arnavutluk.

Çoğunluğu Müslüman

Arnavutların yüzde seksen beşi Müslüman, yüzde on beşi Hıristiyandır. Müslümanların da yüzde otuzu Bektaşidir. Sanırım, Türkiye’den sonra en fazla Bektaşi nüfusa sahip olan ülke Arnavutluktur. Tabii onların Bektaşiliği de bizdekiler gibi erozyona uğramış. Adeta isimden ve resimden ibaret, hurafelerin hakim olduğu bir Bektaşilik anlayışı gelişmiş. Rejim değişikliğinden sonra Sünni Arnavutlar için sıfırdan, tekrar Müslüman kimliklerini öğrenme ve yaşama süreci başlamış.

Rejimin devrilmesinden sonra ne yazık ki dinini tam bilmeyen ve öğrenmeye muhtaç olan Arnavutlar, Vehhabi akımına uğramışlar. O yıllarda Suudiler tarafindan ücretsiz olarak gönderilen imamlar, Vehhabi görüşü yaymışlar. Bunu daha önceki Bosna ziyaretimde de görmüştüm. Hanefi Arnavutlar’ın camilerinde, biraz Hanefi mezhebinden biraz Şafi mezhebinden karma bir namaz kılınıyor. Camilerde yaşlı cemaat yok denilecek kadar az, gençler çoğunlukta.

Arnavut böreğini bol bol yedik ama Arnavut ciğerini bulamadık. Türkiye’de ilahiyat okuyan Arnavut bir gence Arnavut ciğerini nerede yiyebiliriz diye sorduğumuzda “Türkiye’de abi. Ciğerin sadece adı Arnavut” dedi bize. Burada, Bosna ve Makedonya’da olduğu kadar Türkiye etkisi yok. Daha çok İtalyan kültürü hakim. Kafeteryalarda, otellerde Türk kahvesi içmek istediğimizde “Türk kahvesi yok ama size espresso sunabiliriz” teklifiyle karşılaşıyoruz. Oysaki diğer Balkan ülkelerinde sabah kahvaltısında başlarlar Türk kahvesi içmeye. Havalimanında, gelen uçakların listesini gösteren ekrana baktığınızda İtalyanların ezici üstünlüğünü zaten görürsünüz.

DAĞLARLA ÇEVRİLİ

Tiran; denizi olmayan, dört tarafı dağlarla çevrili, bakımlı bir şehir. İnsanları sıcak, samimi ve yardım sever. Tiran’ın başlıca gezilecek ve görülecek yerleri arasında: İskender Bey Meydanı, Müze, Osmanlı’dan kalma yarı ahşap Ethem Bey Camii, Saat Kulesi, Teleferik, Enver Hoca’nın 1970’li yıllarda Kuzey Kore gezisinde görüp esinlendiği savaş sığınağı, Bektaşi Külliyesi ve yapımını Diyanet Vakfının üstlendiği, yakında bitmesi beklenen ve Balkanlar’ın en büyük camii ünvanını alacak olan, şehir merkezindeki Namazgâh Camii sayilabilir. Böylece, iki günlük Tiran gezimizi tamamlayıp akşam uçağıyla Macaristan’ın başkenti Budapeşte’ye uçuyoruz.

***

Osmanlı izleri Budapeşte’den silinmiş

Budapeşte’de Osmanlı’nın izleri adeta silinmiş gibi. Şehir tarihi binalarla kuşatılmış. Büyük tarihi kiliseler, parlemento binası, Tuna Nehri üzerindeki köprüler ve Budapeşte Kalesi gibi bir çok gezilip görülecek yer var.

BUDAPEŞTE / MACARİSTAN

Macaristan, bin beşyüzlü yılların ortalarında Osmanlı hakimiyetine girip yaklaşık yüz elli yıl Osmanlı idaresinde kalan bir ülke. Fetih ordusunun başında koca Padişah Kanuni Sultan Süleyman vardır ve orada, savaşta şehadet şerbetini içer. İç organları oraya defnedilip naaşı İstanbul’a nakledilir.

Budapeşte’de Osmanlı’nın izleri adeta silinmiş gibi. Budapeşte gelişmiş bir metropol. Şehir tarihi binalarla kuşatılmış. Büyük tarihi kiliseler, parlemento binası, Tuna Nehri üzerindeki köprüler ve Budapeşte Kalesi gibi bir çok gezilip görülecek yer var.

Buda ile Peşte’yi ikisinin ortasından geçen Tuna Nehri ayırıyor. İki şehrin birleşmesiyle bugünkü Budapeşte meydana gelmiş.

Kaldığımız otel Marmara Oteli. Otelin sahipleri Türkiye’den yatırımcılarmış. Macarların kırmızı acı biberli mutfakları çok meşhur. Burada helal et bulmak sıkıntı olduğu için bazen vejeteryan takılıyoruz, bazen de her köşede çokça olan Türk kebapçılardan yiyiyoruz.

Haberlerlerde hep Suriyeli mültecilerle gündeme gelen ve Sırbistan’la olan sınırına tel örgü çeken Macaristan’da sanırsınız ki her yer Suriyeli mültecilerle dolu. İki gün kaldığımız Budapeşte’de hiç Suriyeli mülteciyle karşılaşmadık.

Daha dün orta halli bir ‘Demir Perde’ ülkesiyken bugün Avrupa Birliği üyesi olan Macaristan, ekonomisini ve demokrasisini güçlendirmiş bir refah ülkesi olmuş. Macaristan gezimizi tamamlıyoruz ve sabah namazında rotamız bu kez Moskova oluyor.

GEZİ / FATİH YARGI

Okunma Sayısı: 5676
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Abdurrahman KOÇAK

    24.5.2017 17:40:42

    Teşekkürler Fatih Yargı.Birlikte gezmiş gibi olduk....

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı