Medresetüzzehra, fen ilimleriyle din ilimlerini esma perspektifinde birleştiren, ahlâkî ve manevî değerlerle donanan fertlerin Kur’ân ve sünnet terbiyesi ile yetiştirilmesine zemin hazırlayan bir eğitim modelidir.
İslâm dünyasının gerileme sebepleri arasında sayılan eğitimle ilgili problemler bugün de tartışma konusudur. Bu tartışmaların tarihî arka planını Osmanlı’nın son dönemlerine, hatta birkaç yüz yıl öncesine kadar götürmek mümkündür. Eğitimle ilgili problemler Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalmış; Cumhuriyet döneminde eğitim alanında yapılan köklü değişiklikler ise problemi çözememiş, daha da derinleştirmiştir.
Yaşadığı dönem ve tarihî süreç itibariyle eğitimle ilgili problemlere yakından şahit olan ve bu hususta projeler sunan isimlerden biri de Bediüzzaman Said Nursî’dir. Doğup büyüdüğü coğrafyanın ve içinde yaşadığı toplumun meselelerini iyi bilen, dönemin eğitim kurumları olan tekke ve medreselerin problemleriyle yüzleşen Said Nursî İslâm toplumlarının üç büyük düşmanını ‘cehalet, zaruret ve ihtilâf’ olarak tesbit etmiş ve sadece yaşadığı bölgenin değil bütün İslâm âleminin sıkıntılarına çare olabilecek ciddî tekliflerde bulunmuştur. Bu noktada, Bediüzzaman’ın müşahhas bir eğitim ve kalkınma projesi olan Medresetüzzehra “san’at, marifet ve ittifak” hedefleriyle bir medeniyet tasavvuru olarak da değerlendirilebilir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin, 1907’de yaşadığı bölgenin problemlerine dikkat çekmek amacıyla İstanbul’a geliş sebeplerinden biri olan Medresetüzzehra, kuruluş gayesi, hedefleri, eğitim çıktıları ve sosyo-kültürel özellikleri açısından ele alındığında yerelden evrensele uzanan, çağını aşarak günümüze ışık tutan özellikleri içinde barındırmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursî İstanbul’a gelerek projesini önce Abdülhamid’e, sonra Sultan Reşad’a sunmuş, projesi için tahsisat ayırttırmış; hatta gönderilen ödenekle binanın temellerini de atmıştır. Ancak Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla Medresetüzzehra projesi yarım kalmıştır. Cumhuriyet döneminde de Birinci Meclis’e Medresetüzzehra projesini kabul ettiren Said Nursî, Cumhuriyet idaresinin kendisiyle ilgili haksız uygulamalarından doğan ve uzun süren sürgün ve hapislerden dolayı projesini gerçekleştirememiştir. Ancak Medresetüzzehra idealinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Said Nursî, yazdığı eserlerde bu üniversitenin yapısı, kuruluş şartları, öğretim programının genel çerçevesi ve eğitimin nasıl yapılacağına ilişkin metodik yaklaşımı hakkında somut bilgiler vermiştir. Tek Parti döneminde yoğun şekilde yaşanan tarassut ve yasakların kısmen ortadan kalktığı Demokrat Partili yıllarda da üniversitenin kurulması için sürekli o günün idarecilerine mektuplar yazarak tavsiyelerde bulunmuş; Medresetüzzehra’yı temel hedeflerden biri olarak talebelerine de vasiyet etmiştir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin Medresetüzzehrayı vefatına kadar ısrarla takip ve talep etmesi, yalnızca bir üniversite kurulmasını istemesi olmasa gerekir. Bu projenin padişaha sunulduğu yıllar zaten Batılı anlamda üniversitelerin kurulmaya başlandığı, Cumhuriyet döneminde de yaygınlaştığı yıllardır. Bediüzzaman Said Nursî’nin kurmak istediği üniversitenin İslâm dünyasını sarsan pozitivist ve materyalist anlayışların doğurduğu yıkıcı etkileri ortadan kaldıracak nitelikleri içinde barındırması, din ilimleri ile fen bilimlerinin birlikte okutulmasını önermesiyle dönemin belirgin çatışma sahası olan “mektep-medrese-tekke kavgası”na son vermesi, “din-bilim çatışması”nı ortadan kaldırması, İslâm toplumları için “öldürücü zehir” olarak tarif edilen ırkçılık illetini ortadan kaldıracak unsurları ihtiva etmesi, bilimi Allah’ın isimlerini okutacak bir bakış açısıyla ele alarak ‘mana-i harfi’ kavramını eğitimin özüne yerleştirmesi, bu üniversite konseptini dönemin eğitim anlayışından ve üniversitelerinden ayıran belirgin özellikler arasında sayılabilir.
Görüleceği üzere eğitim konusu son asrın en sıkıntılı meselelerinden biridir. Osmanlı’nın son dönemlerinde gerileme sebebi olarak tesbit edilen eğitimle ilgili problemlere Cumhuriyet döneminde de çare bulunamadığı, bu problemin bugün de devam ettiği bir gerçektir. Bu bağlamda son yüzyılda “tevhid-i tedrisat” olarak tarif edilen eğitimle ilgili uygulamaların sıkça “tahrifat-ı tedrisat” olarak yorumlandığı gözlemlenmektedir.
Medresetüzzehra nedir?
En kısa ve sade tanımla Medresetüzzehra, Osmanlı Devletinin son dönemlerinde ortaya çıkan problemlere çözüm olarak Bediüzzaman Said Nursî tarafından önerilen bir eğitim projesidir. Osmanlı’nın gerilemeye başladığı süreçte, çözüm önerisi olarak öne sürülen Batıcılık, Türkçülük, İslâmcılık gibi fikirlerin ve bunların toplumsal sonuçlarının yaşandığı durum ve şartlarda sunulan Medresetüzzehra aynı zamanda bir kalkınma projesidir.
Medresetüzzehra aklı ve kalbi birlikte tahkim eden bir anlayışı getirmektedir. Eğitim programı, öğretim yöntemi, kapsamı ve yapısı itibariyle bu sistemde akıl takviye, kalp tasfiye, nefis de terbiye olunmaktadır. Bu bakımdan Medresetüzzehra her yönüyle bir insaniyet pratiğidir. İnsanî değerlerin ön plana çıktığı, her yönüyle gerçek değerleri esas alan bir eğitimin sağlandığı ve uygulamaya geçirildiği, ‘insan-ı kâmil’ hedefinin gerçekleştirildiği bir insaniyet projesidir.
Medresetüzzehra, ders metinlerinde ne ve nasıl sorularının yanında, kim ve niçin sorularını ve cevaplarını da kapsayan marifetullah tabanlı bir eğitim sistemidir. Medresetüzzehra iman gözlüğü ile mülk ve melekût, madde ve mana, dünya ve ahiret ayrımı olmaksızın okumayı sağlayan bütüncül bakış açısını içinde barındırır. Genel bir ifade ile Medresetüzzehra ‘mana-i harfi’ ile kainat kitabını okumayı öğreten, fen bilimleri eğitimi ile kâinat kitabından; din bilimleri ile Kur’ân’dan bilgi üreterek ortak bilimsel bilgiyi ve bilimi marifete dönüştüren bir sistemdir.
Medresetüzzehra öğretim kurumlarının nasıl bir özellik taşıması gerektiğini ifade edebilen kurumsal bir projedir. Bediüzzaman Said Nursî’nin “Camiül-Ezher’in kız kardeşi olan, Merdesetüzzehra namıyla dârülfünunu mutazammın pek âli bir medrese” olarak tanımladığı Medresetüzzehra, ‘alem-i İslam’ın medresesi’ olarak tarif edilen bir ‘İslâm Üniversitesi’dir.
Bediüzzaman Said Nursî ‘Camiül-Ezher üslubunda bir üniversite’ diyerek bu üniversitenin tarzı ve yöntemi hakkında ipuçları verir. Üniversite terimini kullanmaktan çekinmeyen Said Nursî, Ezher’i de İslâm âleminin medresesi olarak tarif etmekte ancak Ezher’in Afrika’ya hizmet ettiğini ifade ederek Medresetüzzehra’yı Asya’ya ve dolayısıyla Avrupa’ya hizmet edecek bir üniversite olarak tarif etmektedir.
Medresetüzzehra’yı ifade eden tanımlardan biri de Darulfünun’dur. Bediüzzaman’ın “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir (din ilimleri). Aklın nuru, fünun-u medeniyedir (modern bilimler). İkisinin imtizacıyla (birleşimiyle) hakikat tecelli eder (ortaya çıkar). O iki cenah ile talebenin himmeti (çalışmaları) pervaz eder (kanatlanır). İftirak ettikleri (ayrıldıkları) vakit, birincisinde taassup (bağnazlık), ikincisinde hile, şüphe (inanç ve inançsızlık arasında kalmışlık durumu) tevellüd eder” sözlerinde belirtiği gibi; Medresetüzzehra, fen ilimleriyle din ilimlerini birleştiren, materyalist ve pozitivist anlayışların İslâm dini üzerinde uyandırdıkları şüpheleri ortadan kaldıran; bilimden uzaklaşarak bilimsel yaklaşımlara bağnazca yaklaşan mektep ve medreselerin konumunu doğru bir çizgiye getiren yenilikçi bir öğretim kurumudur.
Medresetüzzehra çatışma, bölünme ve savaşa çözüm tavsiye eden bir barış projesidir. Bediüzzaman Said Nursî’nin tariflerinden yola çıkarak pergelin merkezini Bitlis’e koyduğumuzda, bütün İslâm ülkeleri ve Balkanlar bu üniversitenin faaliyet sahası içine girmekte, içeriği de dikkate alındığında ırkçılığı önleyecek, din bilim çatışmasını ortadan kaldıracak, Avrupa medeniyeti ile Kur’ân medeniyetini doğru şekilde buluşturacak bir üniversite tasavvuru ortaya konulmaktadır.
Medresetüzzehra, problemlerin kaynağını teşkil eden süreci de anlatan, bilim üreten, bilim felsefesi yapan, din-bilim çatışmasını ortadan kaldıran, Kur’ânî yaklaşımın bilimle entegre edildiği, san’ata değer veren bir kalkınma projesidir. İlk ortaya konulduğunda Kürtleri ve Doğu Anadolu’yu kalkındıracak bir proje olarak ortaya çıkan; ancak ihtiva ettiği özellikler dolayısıyla, dönemini aşan, bütün İslâm âlemine hitap eden, İslâm coğrafyasını da aşarak Doğu’yu ve Batı’yı birleştiren, bu yönüyle insanlığa hizmet edebilecek evrensel özelliklere sahiptir.
Medresetüzzehra, ırkçılığı reddeden, İslâm kardeşliğini ve insaniyeti vurgulayan, medeniyetler arası ilişkiyi doğru yönde kurarak Avrupa medeniyeti ile Kur’ân medeniyetini mezceden uluslar arası bir üniversite tasavvurudur. Bu üniversite, yapısı ve hedefleri itibariyle de AB ülkeleriyle samimî işbirliği ve ortaklığa doğru biçimde rehberlik edebilecek, İslâm ülkelerinin demokratik kimliğe kavuşmasında öncülük edecek ve dünya barışına da katkıda bulunacaktır.
Medresetüzzehra bir Kur’ân medeniyeti projesidir. Müceddidlerin görevi varis olarak yaşadıkları asırda Efendimize (asm) veraset etmektir. Bediüzzaman Said Nursî İslâm âlemiyle birlikte bütün insanlığın problemlerine çare olabilecek cihanşümul bir medeniyet projesiyle bu noktadaki görevini de yerine getirmektedir. Medresetüzzehra İslâm milliyetinin teşekkülünde rol üstlenen, İslâm milletlerini ırkçılık hastalığıyla ayrıştırmanın engellenmesinde öncülük eden Kur’ânî bir çözüm modelidir.
Medresetüzzehra, fen ilimleriyle din ilimlerini esma perspektifinde birleştiren, ahlâkî ve manevî değerlerle donanan fertlerin Kur’ân ve sünnet terbiyesi ile yetiştirilmesine zemin hazırlayan bir eğitim modelidir. Medresetüzzehra, madde-ruh dengesini kazanmış, eşyaya ve tabiata yaratıcısı adına (mana-i harfi ile) bakabilen bir insan modelini gerçekleştirme projesi olarak da ifade edilebilir.
Bilgiyi kim üretiyorsa dile de o hakim olur. Bu bağlamda Medresetüzzehra bir savunma dili olarak değil ortaya koyduğu dil ve ürettiği bilgi ile bütün insanlığın ortak problemlerine Nebevi bir yaklaşımla çözüm üretecek bir medeniyet projesidir.