Ev ve aile ekonomisini kendi hayatında da uygulayan Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu, “Ülke ve kendi ekonomimİzi düşünüyorsak, en önemli şey israf etmemektir” dedi.
Yaptığınız programlarda ilk olarak gerçek ihtiyaçların tesbit edilmesi gerekliliğini vurguluyorsunuz. Dilerseniz buradan başlayalım.
Evet öncelikle öngörü dediğimiz şey budur. Bizim gerçek ihtiyaçlarımız neler? İlk önce gelirimizi bir kenara yazacağız. Anne, baba, çocuk hepsi ailede gelir elde ediyor olabilir. Bunlar ailenin hanesine gelir olarak kaydedilmeli. Gelirlerinizin kaynakları temelde bellidir zaten. Orada bir problem yok. Problem giderler tarafında. O not aldığımız defterimizin diğer tarafına da giderleri oturup tek tek yazacağız. Çünkü bu dönemde ayağımızı yorgana göre uzatmamız lâzım. Kredi kartı kullanıyorsanız, harcamalarımızda açık verirsek, bunun sonucunda faiz maliyeti ödemek durumunda kalırız. Kredi kartını hangi bankadan alırsanız alın, sonuçta ailemize gider olarak yazılacak, dengemiz bozulacaktır. Gelirimi arttıramıyorsam, açığı da kapatamıyorsam, bütçemde kara delik oluşur. Dolayısıyla harcamalarımızı öngörülebilir olarak yazıp, ortaya koymamız lâzım. Olağanüstü giderler tabiî ki olabilir. Mutlaka belirlenen bir miktarın yanına olağanüstü gider payı da konulmalı. Bir bütçe yapıldıktan sonra da, gerçekten “Bütçeye uyuyor muyuz?” diye aldığımız şeyleri fiyatlarıyla yazarak, fiyat bilinci oluşturmamız gerek. Neden? Çünkü biz eğer aldığımız pirincin kilosunu bilirsek, “geçen hafta böyle almıştık, bakın bu hafta artmış. O zaman pirinç yerine ne alalım? Makarnanın fiyatı artmamış. O zaman makarna yiyelim. Pirinç talebimizi azaltalım böylece bütçemizi daha kontrollü bir şekilde götürelim’ diye karar vermemiz lâzım. Bunlara belki gülünebilir. Ama bunun sonucunda kimseye muhtaç olmayacaksınız. Ve bunların hepsi yazılı bir şekilde not alındığı için fiyat bilincimiz de oluşacak. Enflasyona karşı daha duyarlı olacaksınız. Gerektiğinde diyeceksiniz ki. ‘bu meyvenin fiyatı artmış, bundan yemeyelim. Başka bir meyve bakalım.’
Çöp üreten bir ülkeyiz!
Çöplerimize baktığımızda bunların çoğunluğunun yemek artıkları olduğunu görüyoruz. O zaman yemeği pişirirken artık ihtiyacımız, yani tüketebileceğimiz kadar pişirmeyi öğreneceğiz, israf etmeyeceğiz. Ülke ve kendi ekonomimizi düşünüyorsak en önemli olay israf etmemektir. Dolayısıyla israf etmemek için de ihtiyacımız kadar alacağız. Pazarda dolaşıyorsunuz, meselâ dört tane alacaksın domatesten. Satıcı diyor ki; “çok tatlı sana iki kilo yapalım bunu, bak pişman olmayacaksın.” Satıcı bizi ikna ediyor ve biz iki kilo alıyoruz. Kilo ile aldığımız zaman, eğer ki düzgün de seçemiyorsak zaten bir iki tane çürük çıkıyor, anlamsız şekilde para ödemiş oluyoruz, bu birincisi. İkincisi de israf ediyoruz, yiyemiyoruz. Bu sefer çürüyor, atılıyor.
Dolayısıyla zamanını geçirmeden yiyebilmek, tüketebilmek için de alış verişe giderken mutlaka liste yapıp gitmemiz lâzım. Ne kadar ihtiyacımız varsa, o kadar alacağız, o kadar pişireceğiz. Koy sepete yapmayacağız. Eğer kendimizi kontrol edemiyorsak, marketten alış veriş yapmayacağız. Bakkala gideceğiz, ihtiyacımız olanı alacağız. Özetle, ihtiyaçlarımızı karşılamaya yazarak, listemizle gideceğiz.
Az şeyle mutlu olmayı başarmamız lÂzım!
Meselâ dayanabilecek gıdalar, temizlik malzemeleri vardır. Bunları en ucuz bulduğumuz yerden gidip temin edeceğiz. Nerede indirim varsa takip edeceğiz. Belki önümüzdeki ayın gideri, ama çok güzel bir indirim yakalamışsanız ve ürün de dayanıklıysa bunu alacağız. Ama işe yaramayan şeyleri değil tabiî ki.
Biz maalesef bu alana çok para yatırıyoruz. Aynı şeyleri giyiyoruz, ama gidin bakın gardıroplarımıza, giymediğimiz, yıllarca dolapta duran, belki de birkaç kere giydiğimiz, vermeye kıyamadığımız ya da atamadığımız o kadar çok şeyle doludur. Belki üç dört yıl alış verişe gitmesek, hiç ihtiyacımız olmayacak, bize yetecek kadar eşyamız var. O yüzden az şeyle mutlu olmayı başarmamız lâzım.
Peki bütçe yaparken tartışmalar çıkmaz mı? Sizin için belki gereksiz, ama evlâdınız ya da hanımınız için çok önemli?
Bunlar bizde de tartışılıyor. Ben bir baba olarak şunu anlatıyorum: Bir şeye ihtiyacımız varsa alalım. Olabilir, genç çocuklardır, isteyebilirler. Ama bunun belli bir dozda olması lâzım. Görgüsüz, küstah, aç gözlü, her şey benim olsun mantığında, mülkiyete düşkün bir çocuk yetiştiremeyiz. Dolayısıyla bu mülkiyet duygusundan biraz arınabilmemiz lâzım. Beş yüz bin lira ile bir arabayı alıyorsunuz. Ama otoparkımız yok, sokaklara araç bırakıyoruz. Beş yüz bin lira veriyorsun, ülkede yol ve trafik problemi var zaten gidemiyorsun araçla bir yere. Neden bu israfları yapıyorsun o zaman? Ne gerekli, ne gereksiz bunu net belirlemek lâzım. Büyük bir israf toplumu haline geldik maalesef. O nedenle insanları önce ailede eğitmeye başlayacağız. Eğitim evde, öğretim okulda başlar. O yüzden çocuklara ihtiyacından daha fazlasını almamayı ve neyin gerekli, neyin gereksiz olduğunu anlatmamız gerekiyor..
Evlâtlarınızla bu noktadaki iletişim şeklinizi örnek olması açısından paylaşır mısınız?
Ben bakıyorum, devamlı aynı şeyleri giyiyorlar aslında, diyorum ki; “Aynı şeyleri giyiyorsunuz, o zaman bu eskiyince alalım veyahut da bundan iki tane alayım sana. Öbürlerini nasılsa giymiyorsun, bir kere giyeceğin şeyi almayalım. Onun yerine şunu yapalım. Bu arttırdığımız parayla sizi yabancı dil öğrenmeniz için yurt dışına ya da kursa göndereyim” diyorum. Hep cezalandırarak da olmaz tabiî ki. Yaptığı olumlu bir davranışın, fedakârlığın ödülünü de vermemiz lâzım.
Dikkat ederseniz, Dünya’nın önde gelen zenginlerinin çok sade giyindiğini, aynı renkten bir sürü tişörtü, pantolonu olduğunu görürsünüz. Çünkü “ona kafamı yoramam” diyorlar. Bakıyorsunuz çok ünlü, zenginliği ile tanınan bir sanatçı -Batı ülkeleri için diyorum bunu- çok eski model telefon kullanabiliyor. Aklımızın burada devreye girmesi lâzım. Telefonlarımızın hepsi ithal. Her şeyin içinde ithalat var. Bu durumda bizim her harcamamızı bir kere kayıp olarak düşüneceğiz. O zaman bizim neyi anlatmamız lâzım? Telefonun işlevi nedir, işlevi doğrultusunda bunu kullanabiliyor muyuz, bize yetiyor mu? Anlamsız şekilde büyük kapasitede bir şeyi alıp, daha fazla para ödemenin anlamı yok.
Evlerimiz elektronik mezarlığıdır. Bilgisayarlar, tabletler, şunlar bunlar. Bu çocuklar bir de büyüyorlar ve belli bir şeyden sonra isterseniz en pahalı şeyi alın sıkılıyorlar. O zaman onu ihtiyacı olduğu bir şeye ikna etmemiz lâzım. Okumaya meselâ, telefona değil.
Bir de paylaşmayı öğretmemiz lâzım. Bizler küçüklüğümüzde elimizde yağlı ekmekle dışarıya oyun oynamaya çıktığımızda, annemizden azar işitirdik, “Sen nasıl arkadaşlarının gözünün önünde, onlara vermeden bu ekmeği yiyebiliyorsun?” diye. Ondan sonra ekmeğe tekrar yağ sürülürdü, paylaşırdık arkadaşlarla. O kadar bencilleştik, kapitalizmin dikte ettiği şeylerin içine gömüldük ki, hepimiz mülkiyetçi olduk. Hangi inanışta olursa olsun, Türkiye’deki insanlarımıza bakın, hepimiz bu şekilde yaşıyoruz. Oysa bunlardan kurtulmamız lâzım. Dolayısıyla açgözlülüğü bırakacağız, ihtiyacımız kadar alıp, ihtiyacımız kadar tüketeceğiz. Fazla olursa paylaşırsın birisiyle. Paylaştıkça çoğalırsınız, büyürsünüz, zenginleşirsiniz. Zenginlik sadece para, sadece mülk değildir. Temel öğretilerimizde paylaşmanın ibadet olduğuna inanan bir toplumuz.
Okuyucularımız için son tavsiyelerini alalım Sadi Bey.
Ne olursa olsun alış veriş yaparken kendinizi kaybetmeyin. Alış veriş yapınca moralim düzeliyor muhabbetini bırakalım artık. Moralinizi başka şekilde düzeltin. Her şeyi yazılı hale getirin, bir belge bırakın. Elli yıl sonra çocuklarınız sizin defterinize baksın desin ki, “Babam bu kadar gelir elde ediyormuş, gazeteye, kitaba, domatese şu kadar ödemiş.” Ben şimdi babamın bıraktığı o deftere bakıyorum çok hoşuma gidiyor. Dolayısıyla böyle hoşluklar da yapalım, geçmişe aslında geleceğe bir belge bırakalım.
(Bizim Aile dergisi, Ekim 2018)
RÖPORTAJ: BERFİN BETÜL KARAKOYUN