Bediüzzaman, “Muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslâmiyet’in mizacıdır, rabıtasıdır.” 14 diyerek, dinî cemaatlerin birbirlerine muhabbetle yaklaşması gerektiğini ve bu tavrın ise mü’min hasleti olduğunu nazarlara sunmaktadır.
DinÎ cemaatlerin diğer cemaatlere bakış açısı nasıl olmalıdır?
Bediüzzaman’ın, “Uhrevî işlerde haset, rekabet ve münakaşa olmaz.” ifadesinden yola çıkarak, esas maksadı ahiret ve Allah rızası olan, Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat çizgisinde doğru İslâmiyet’i yaşayıp tebliğ eden ve iman hizmetini esas alan cemaatlerin, birbirleri ile münakaşa, çekişme ve rekabete kalkışmamaları gerekir.
Cemaatler, birbirine hakaret etmemeli, birbirini incitmemeli, münasip bir üslûp ile yanlışların hatırlatılması hususunu esas almalıdırlar.
Dinî cemaatler, “yalnız hak benim mesleğimdir” diyerek, diğer dinî cemaatleri ötekileştiren, hak olmadıklarını ima eden veya suçlayıcı bir tavır gösteren, tekelcilik anlayışı içerisinde olmamalıdırlar.
Dinî Cemaatler, diğer cemaatlere leke sürmekle ve itibarını zedelemekle, kendisine kıymet verdirmeye çalışmamalıdır.
Dinî cemaatler arasındaki fikir ayrılıkları, karşılıklı saygı, anlayış ve hoşgörü çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Anlaşmazlıklar, makul ve meşrû ölçüler içinde birlik ve beraberlik manasını zedelemeden, tatlıya bağlanarak çözüme kavuşturulmalıdır. Hatta bazı anlaşmazlıklar meşveretle, mü’minlerin itimadına mazhar heyetlerle çözümlenmeye çalışılmalıdır.
Bediüzzaman, “Muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslâmiyet’in mizacıdır, rabıtasıdır.” 14 diyerek, dinî cemaatlerin birbirlerine muhabbetle yaklaşması gerektiğini ve bu tavrın ise mü’min hasleti olduğunu nazarlara sunmaktadır.
Cemaatler arasındaki bazı fikir ayrılıklarının, iman ve İslâmiyet gibi ulvî vasıflarına tercih edilmemesi gerektiğinin üzerinde duran Bediüzzaman, şöyle der: “Kâbe hürmetinde olan İmân ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsâf-ı İslâmiye muhabbeti ve ittifakı istediği hâlde, mü’mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusurâtı imân ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın. Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.” 15
Dinî cemaatler, Bediüzzaman’ın ifade ettiği şu hakikati daima esas almaları gerektiğini unutmamalıdırlar. “İmanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var. 16
Cemaatlerin siyaset ve devletle ilişkileri nasıl olmalıdır?
Dinî cemaatler, siyasî bir güce, devletin veya iktidarın kuvvetine dayanarak değil, Allah’ın inâyetine ve tevfik-i İlâhiyeye dayanarak hareket etmeyi esas alması gerekir. Bu hususu Bediüzzaman şu ifadelerle dile getirir: “Halbuki, hakaik-i imaniye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbir şeye âlet olamaz. Rıza-ı İlâhîden başka bir gayesi olamaz. Halbuki şimdiki cereyanların tarafgirane çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlâsı muhafaza etmek, dinini dünyaya alet etmemek müşkülleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inâyet ve tevfik-i İlâhiyeye dayanmaktır.” 17
İ’lâ-i kelimetullahı asıl maksat yapan cemaatlerin, art niyetli hiçbir dünyevî ve siyasî hesaplara alet ve vasıta olmaması gerekir. Aksi takdirde, hiçbir dünyevî menfaat talep etmeyen cemaatlerin bu samimiyetlerine gölge düşmüş olacaktır. Bediüzzaman, Kur’ân’a ve imana hizmeti gaye ve dâvâ edinen cemaatlerin, hiçbir dünyevî cereyanlara tabi ve alet olmaması gerektiğini hatırlatır. Siyasetin menfaate yönelik kirli maksatlarının, cemaatlerin ulvî gayelerini kirletmemesi gerektiğini dile getirir.
Nitekim bu hususu Bediüzzaman şu ifadelerde gündemimize taşır: “İman hizmeti, imân hakaiki, bu kâinatta her şeyin fevkindedir, hiçbir şeye tabi ve âlet olamaz. Fakat bu zamanda, ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında o hizmet-i imaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tabi veya âlet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur’ân-ı Hakîm’in hizmeti, bize kat’î bir sûrette siyaseti yasak etmiş.” 18
Cemaatler, devlete, bürokrasiye değil, sırf Allah rızasını esas alarak iman ve Kur’ân hizmetine talip olmaları gerekir. Cemaatler ne bürokrasiyle ne de siyasî parti vasıtasıyla, iktidarda söz sahibi olmak, ne de doğrudan siyaset yapmakla iktidara talip olmamalıdır. İktidarla çok yakın dirsek temasında bulunarak bürokraside kadrolaşmayı esas almamalıdırlar. Güncel siyasetin polemik ve tartışmalarında çok fazla adının geçmemesi, sürekli olarak politik tartışmaların içinde ve odağında yer alan bir cemaat olmaması gerekir.
Gönüllü ve sivil olarak nitelendirilen dinî cemaatlerin siyasetten, bürokrasiden maddî ve manevî beklentisi olmamalıdır. “Bugün maddî destek alan, yarın emir alır” kaidesinin unutulmaması gerekir. Mülkiyede, adliyede, askeriyede, emniyette, hariciyede görev almak için hiçbir cemaat mensubuna ayrıcalık, imtiyazlılık tanınmamalıdır. Cemaatler de böyle bir ayrıcalık peşinde koşmamalıdır. İktidarın eşit şartlarda yarışarak başarılı olan milletin her bir ferdi, liyakatli ve görevini yapabilecek tecrübe ve yetkinliğe sahip olan herkes için, inanç ve fikir ayrılığı gözetmeksizin görev yapabileceği hukukî zemini hazırlaması gerekir.
Kâzım Güleçyüz, bu hususu şu ifadelerle dile getirmiştir: “…devlette kadrolaşma. Bu doğru bir şey değil. Özellikle kritik kurumlarda, askeriyedir, emniyettir, yargıdır. Bir yere gelmek için cemaat mensubiyeti değil, liyakat ve ehliyet esas olmalı.” 19
Cemaat mensupları, şahıs olarak kendi şahısları adına ticaret yapabilirler veya siyasetle meşgul olabilirler. Fakat ticarî veya siyasî meşguliyetlerin, cemaatlerin şahs-ı manevîsi ile irtibatlandırılmadan yürütülmesi esas olmalıdır.
Cemaatler, siyasal parti gibi teşkilâtlanmamalı ve hiçbir zaman devleti yönetmeye talip olmamalıdırlar.
Dinî cemaatler, baskıcı zihniyete doğrudan ve dolaylı olarak destek mahiyetindeki tavır ve davranışlardan da kaçınmalıdırlar.
Cemaatlerin, din adına siyaset ve iktidar mücadelesi yapmamaları ve siyaseti dine hizmet ettirmek için yine siyaset dışı bir duruş sergilemeleri lâzımdır. Cemaatlerin işinin siyaset değil, dine hizmet olması gerektiğini bilmeleri gerekir.
Ehl-i Sünnet İslâm âlimleri, cemaatlerin parti niteliğinde bir yapıya sahip olmaması gerektiğini ve devleti yönetmek gibi dünyevî bir vazifesinin bulunmadığını hatırlatılırlar. Esas vazife dine ve İslâm’a hizmet anlayışı olmalıdır, derler.
Bu hatırlatma vazifesini icra eden İslâm âlimlerinin başta gelen ismi de Bediüzzaman Said Nursî’dir.
Nitekim Bediüzzaman Âl-i Beyt’i örnek göstererek bu hakikati delillendirmiştir. Şöyle ki; “saltanat-ı dünyevîye Âl-i Beyt’e yaramaz; vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dinî ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki, saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyet’e ve Kur’ân’a hizmet etmişler.
İşte, bak: Hazret-i Hasan’ın neslinden gelen aktablar, hususan Aktâb-ı Erbaa ve bilhassa Gavs-ı Âzam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylânî ve Hazret-i Hüseyin’in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelâbidin ve Cafer-i Sadık ki, her biri birer mânevî mehdî hükmüne geçmiş, mânevî zulmü ve zulümatı dağıtıp envâr-ı Kur’âniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler, cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler.” 20
Cemaatlerin, hiçbir kimseden, kurumdan bir menfaat beklemeksizin hizmetlerini icra etmeyi temel gaye edinmeleri gerekir. Yine bu hususu, Kâzım Güleçyüz şöyle ifade ederek, günümüzde var olan bazı cemaatlerin düştüğü hatalara dikkat çeker. Şöyle ki “Risale-i Nur hareketinin en önemli prensiplerinden bir tanesi ‘istiğna” diye ifade edilen kimseden bir şey istememektir. Bu Kur’ân’da peygamberlerin özelliği olarak da ifade edilir. Yani ben yaptığım tebliğ karşılığında hiçbir ücret istemem. Cemaat olarak varlık sebebiniz doğruları hakikatleri topluma anlatmak, inançlı nesiller yetiştirmek.
Ama bunu finans boyutuyla devletten olsun bir başka yerden olsun, o himmet toplantıları denilen mekanizma ile, o istisna düsturundan uzaklaşıp bir ticarete çevirirseniz, bugün yaşanılan sorunlar karşınıza çıkar. Bu ihlâsı da kırar. Çünkü bu hizmetlerin Allah için yapılması gerekiyor. O zaman araç amaç haline dönüşüyor. Kuruluş hedeflerinden var oluş hedeflerinden uzaklaşılıyor.” 21
İktidar, bütün cemaatlere hukuk çerçevesinde eşit mesafede olmalıdır. Siyasî partiler tarafından, cemaatler siyasî rant malzemesi ve potansiyel oy kaynakları olarak görülmemelidir.
Cemaatler veya cemaat mensupları, herhangi bir haksızlığa veya zulme maruz kalırsa, hak ve hukuk mücadelesi de hukuk çerçevesi içerinde kalınarak yürütülmelidir. Menfî teşebbüslerden daima kaçınılmalıdır.
Fotoğraf: ERHAN AKKAYA - Yeni Asya
-DEVAM EDECEK-