"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kentsel dönüşüm, şehre göçü yönetemeyişin bir ürünüdür

12 Mart 2015, Perşembe
Sosyolog Prof. Dr. Doğu Ergil, şehirlerin zaman içinde kimliklerinin değiştiğini vurgulayarak, “Kentsel dönüşüm, köyden kente göçü yönetememiş bir toplumun, yaygın gecekondu yerleşimlerini sonlandırıp daha yüksek kalitede toplu konutlar yapma ihtiyacından kaynaklanmıştır” dedi.

Kimlik arayışı içinde olan genç nesillerin bu arayış-oluş esnasında şehir faktöründen aldığı etkilere değinebilir miyiz?

Kent heterojen (türdeş olmayan) bir ortamdır. Kırın cemaat örgütlenmesi içinde oluşmuş kültürel alışkanlıklar, aidiyetler, örf ve adetler, oldukları gibi kent ortamında süremezler. Kent hayatının birey üzerinde pek çok talepleri, beklentileri vardır. Birey bunları karşılamak durumundadır. Yalın kat kimlikler, bildik alışkanlıklar, benimsenmiş adetler modern ve karmaşık kent ortamında silikleşir ve işlevsizleşirler. Bireyin bu karmaşık ilişkiler yumağına uymasını zorlaştırırlar, kimi zaman da imkânsız kılarlar.

Bireyler bu baskılara (ki sosyal bilimlerde bu duruma “çapraz baskılar” denir) iki türde yanıt verirler. Ya geleneksel aidiyet çevrelerine, içinde rahat ettikleri cemaatçi sosyal kümeleşmelere sığınırlar. Ya da modern dünyanın taleplerine yanıt verecek donanımı edinirler, çoklu aidiyet bağlantıları kurarlar, sosyal çevre ve kültürel bağlam değiştirirler. İnsanlar genellikle bu iki tipik ucun arasında bir yere yerleşirler. Bir süre iki uç arasında gidip gelirler.

Kentleşme esnasında insanlar arasında oluşan yaşama standardı ve statü farklılıkları gibi durumlar suç oranlarında etkili midir? Yaşama farklılıkları sebebi ile horlanmış ve ayrıma uğramış insanlar üzerinde görülen etkiler nelerdir, bu etkiler ne gibi sonuçlar doğurur? 

Bir kere eşit toplum yoktur. Bütün toplumlarda gelir, statü, eğitim, siyasal güç, kültürel düzey farklılıklarına dayanan tabakalar vardır. Eşitlik felsefî bir ideal, siyasal bir söylemdir. Eşitlik, ancak yasa önünde olur ve rejimler, yurttaşlarına mümkün olduğunca fırsat eşitliği sağlamaya çalışırlar. Güçsüz ve “kırılgan gruplara” yönelik destekler ve pozitif ayırımcılık da bir başka sosyal adalet yöntemidir. Birincisi hukukun üstünlüğünü, ikincisi ve üçüncüsü nisbî bir eşitlik ve adalet duygusunu sağlar. 

Bu tür uygulamaların olmadığı toplumlarda adalet duygusu ve yönetime güven oluşmaz. Yükselmenin, statü kazanmanın ve bireysel başarı kazanmanın özendirildiği, ama araçlarının kıt olduğu bir toplumda bireyler kendilerine yol açmaya çalışırlar. İşte “yolsuzluğun” kaynağı budur. Bulunan yol yasal olmayan “kestirmeler”dir.

Bireylerin kendi çabaları, donanımları ve yaratıcılıklarıyla (liyakatle) başarılı olmaları mümkün değilse, devreye ya yolsuzluk, ya da güçlü bir gruba yaslanarak “iktidarın nimetlerinden” yararlanmak, yani sadakat devreye girer. Liyakat yerine sadakatin; yasal yollar yerine yolsuzluğun yaygınlaştığı bir toplum yozlaşır. Yozlaşmanın olduğu bir yerde suç olağanlaşır ve sosyal yükselmenin (ve tabiî zenginleşmenin) aracı haline gelir.

Eşitsizliğe ve yolsuzluğa tepki duyan daha alt kesimler de memnuniyetsizliklerini siyasî düzlemde ifade edip sonuç alamıyorlarsa ya isyan ederler, ya da adi suçlara yönelirler. Ülkemizde her iki örnek de sergilenmektedir.

Tarihsel sürece ve akışa baktığımız zaman, Türk kültürünün, inancının ve anlayışının hiçbir noktasında sınıflı toplum anlayışına rastlayamıyoruz. Site kültürü ve modern yapılı imarların insanlar üzerinde bir sınıf ayrımı psikolojisini tetikliyor mu sizce?

Cumhuriyeti kuran kadronun “Biz sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitleyiz” söylemi ne sosyolojik açıdan doğrudur, ne de kapitalist gelişmenin gerçeğiyle uyumludur. Türkiye her zaman sınıflı bir toplum olmuştur, ama tarihinde bir aristokrasi olmaması ve burjuvazinin (yavaş ve yetersiz sanayileşme yüzünden) geç gelişmesi nedeniyle Batıdaki gibi sınıfsal farklılıkları kolayca fark edilen bir görüntü vermemiştir. Zaten “Bizde sınıf ayırımı yok” demek bir cemiyet/toplum olamadık, hâlâ büyük ve gelişmemiş, farklılaşamamış bir cemaatiz demektir ki, bu eşyanın tabiatına aykırıdır.

Kent yerleşiminin evrimi içinde sitelerin ortaya çıkışı, sınıflaşmayı değil, sınıfsallığın siteleri doğurmasındandır. Başta güvenlikli ve geniş bahçeler içinde villalar vardı. Bunlar eski Osmanlı köşklerinin/yalılarının modern muadilleriydi. Sonra, aynı yaşam tarzını paylaşanların semtler ve buralarda yükselen ve içinde oturanların zevklerini, gelir düzeyleri, yaşam alışkanlıklarını yansıtan apartmanlar zuhur etti. Modern çarşı-pazar onların etrafında örgütlendi, çünkü burada yaşayanların alım gücü yüksekti. İstanbul’da Beyoğlu ve Şişli, Ankara’da Kızılay, İzmir’de Kordon bu ilişkiyi yansıtan semtlerdi. 

Eski muteber semtlerin önemleri, yerleşim ve ticaret merkezleri değişince azaldı. Yeni yerleşim alanları ve ticarî merkezler doğdu. Onları kültürel faaliyet alanları izledi. Kentlerin nüfusu eskisine göre artıp, gelir düzeyi yükselen orta sınıf kentlerin ana kümesi haline gelince üst sınıf, yaşama alanını orta sınıftan; orta sınıf da alt sınıftan ayıran sitelerde yaşamaya yöneldiler. Bu bir tür sınıf-içi bütünleşme ise de, sınıflar arasında ayrışmayı da ima eder. Bir başka deyişle,  yaşama alanlarının giderek birbirine değmediği (sosyal mesafenin açıldığı) bir sosyal yapı ve kent yaşamı gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.

Pekiyi, bu durum toplumsal dayanışmayı (bir millet olma duygusunu) ve birlikte yaşamanın temel kuralları üzerinde mutabakat sağlamayı nasıl etkilemiştir? Bu toplumda birden fazla milliyetçilik var ve bunlar çatışıyorsa; inanç kümeleri birbirlerine kuşkuyla bakıyorsa ve Meclis, askerlerin yaptığı bir anayasayı yenisiyle değiştiremiyorsa, kentli veya köylü bir araya gelip, “sınıfsız kaynaşmış kitleyi” hiç yaratamamışız demektir.

Son dönemlerin üzerinde sıklıkla durulan konusu belki de Kentsel Dönüşüm. Bu konu hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz? Kültürel çıtası yüksek, daha duyarlı ve daha merhametli şehirler kurabilmek için gerekli olan şeyler nelerdir? Çocuklarımız için sağlam ve düzgün bir yaşama imarı nasıl olmalı? 

Kentsel dönüşüm, 1950’lerden beri göçü yönetememiş bir toplumun, yaygın gecekondu yerleşimlerini sonlandırıp daha yüksek kalitede toplu konutlar yapma ihtiyacından kaynaklanmıştır. Bir de tabiî deprem tehdidi altındaki ülkemizin yapı stokunun üçte birinin yönetmeliklere ve gerekli standartlara uygun olmamasının neden olacağı can kaybını en aza indirmek isteği yetkilileri harekete geçirmiştir. İyi de adama sorarlar, “Kardeşim, başta neden bunca millî servetin yok olmasına neden olacak imar izinlerini verdin?” diye. 

Kentsel dönüşüm, eğer köyden gelen ve bir gecede kente konan geniş nüfus kesitlerinin kentlileşmesini sağlayacaksa, çok hayırlı bir girişim. Ama sadece dikilen bloklarla kentli olunmaz, kent yaşamıyla kurulacak ilişkilere köprü olacak kurumlar ve doğal ortamla temas da sağlanmalıdır. Yeni üretilen toplu yerleşim alanları, parklar, eğlence/dinlence mekânları, okullar, hastaneler, kültürel faaliyet merkezleri, sosyal destek kuruluşları, ticarî merkezler ve her şeyden önemlisi ulaşım imkânları ile irtibatlı olmalıdır.

Şehirler merhametli olmaz. Merhamet insanî bir melekedir. Sözünü ettiğim ihtiyaç alanlarına ulaşamamak insanı çaresiz ve yalnız his ettirir. Kuşatılmışlık ve soyutlanmışlık duygusu, yurttaşlık ve dayanışma duygusunu da köreltir. O halde, kentleri yeniden imar eden ve yönetenlerin merhameti ve insan ihtiyaçlarına olan duyarlılığıdır esas olan.

İnsan yaşamını zenginleştiren şeylerin başında kültürel etkinlikler ve bunların çeşitliliği gelir. Tarihimizde Nobel alan bir tek edebiyatçı var, ona da vatan haini muamelesi yaptık. Demek ki kültürel gelişme kentle, kentleşme ile değil, uygarlık anlayışıyla ilgili bir şey. Sanatı ve bilimi önemsemeyen bir uygarlık tasavvuruyla nereye kadar gidilebileceğini varın siz hesap edin. Bunların her ikisinin yeri de kentler. Ama kentlerde kimin yaşadığı, talep ve beklentileri kadar onların nasıl yönetildiği, yönetenlerin uygarlık anlayışı kent yaşamının kalitesini belirliyor. Sihirli formül bu bileşimde…

Röportaj: Melek ŞAFAK / [email protected]

Etiketler: melek şafak
Okunma Sayısı: 2570
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı