Ömür çok az, bu külliyatı sanki okumadan gidecekmişiz gibi bir korku var içimizde. Günlük okumalara âzamî derecede önem vermek lazım.
NUREDDİN TOKDEMİR’İN HİZMET HATIRALARI - 1
Zübeyir Gündüzalp ve Mehmet Kutlular’ın yakın hizmet arkadaşı olan eski DYP Hatay Milletvekili rahmetli Nureddin Tokdemir’in muhtelif konuşmalarından hizmet anekdotları
Risale-i Nur dairesiyle ilk tanışmam
1963-1964 yıllarında Kahramanmaraş Lisesi’nde okurken, orada çok değerli bir ağabeyimizin vesilesiyle Risale-i Nurlar’ı tanıma şerefine mazhar oldum. İhtilâlden sonra özel olarak oraya birçok vazifeli sivil ve asker geliyordu. Devamlı konferanslar, seminerler, toplantılar yapıyorlardı.
Son sınıf öğrencisiyken bize bir tarih öğretmeni geldi. O gün tam benim oturduğum sıranın yan tarafına oturdu. Üstadın, Kur’ân’ın, Peygamber’in (asm) aleyhinde konuşmaya başladı. O zamanlar böyle konuşmaya müsait bir zemin de var. Ben de Risale-i Nurlar’ı yeni tanımışım 1964 senesinde. Cebimde de “Münâzarât” diye bir kitap var. Bu kadar aleyhte konuşmaya karşı insanın tahammül gücü kalmıyor. Ben de hocayla nasıl münasebet kurulur, nasıl anlatılır diye bilgim olmadığı için elimi yumruk yaparak masaya vurdum ve “Yalan söylüyorsun!” diye bir çıkış yaptım. Bunun üzerine hocanın kapıya kadar kaçtığını gördüm.
O zamanlar bir Fransız binasını okul yapmışlar ben de yatılı okuyordum. Birinci odada müzik öğretmeninden azar işittim, sonrasında müdür odasında müdür öyle bir tokat attı ki gözünde şimşekler çaktı. “Defol, bütün kitaplarını, eşyalarını al, buradan defol” dedi. Ve kitaplarımı, defterlerimi sınıftan topladım, doğru dershaneye gittim.
O zaman Bedi-ül Beyan diye bir dergi vardı, onu satmaya çıktım çarşıya. Hiç oralı bile olmadım. Yapılan toplantılar sonucunda bir yıl okuldan uzaklaştırma kararı çıktı. Yalnız o sıra demokrat bir fizik- kimya öğretmenimiz vardı, o da disiplin kurulundaydı. Okuldan tard kararı çıkmasına rağmen orada demiş ki “bu daha çocuk, daha okuyacak.” Bu demokrat öğretmenin araya girmesiyle bir sene uzaklaştırmaya ikna olmuşlar. Böylece bir sene okuldan uzaklaşmış oldum.
Sonrasında kendi memleketim olan Antakya’da liseyi bitirdim ve İstanbul’a geldim. Kararım şuydu: Ya hukuk fakültesine gideceğim ya siyasala, ya da ilahiyat okuyacağım. Önümüzde bize yol gösterecek kimse yok. Dedim ki en iyisi Ankara İlahiyat Fakültesi’ne gideyim. Kararımı verdim, valizimi aldım, tam kapıdan çıkıp gideceğim, beni bir genç kardeşimiz durdurdu. “Nureddin kardeş, sizi Zübeyir Ağabey yukarıda bekliyor” dedi. Bir saniye daha geç gelse çıkıp gitmiş olacaktım. Gittim Zübeyir Ağabeyin yanına.
O tarihte Nurculukla Mücadele Komitesi kurulmuş ve bunun da bütün öncüleri ilahiyat fakültesi hocalarıymış. Zübeyir Ağabey bana bu durumu anlattı. “Kardeşim, en büyük müftü kalbindir, benimki bir teklif, ama kararı verecek olan sensin” dedi. Ben de orada kararımı verdim, gitmedim ve hukuk fakültesine kaydolmaya gittim. Hukuk fakültesinde önümde sadece bir kişi kalmış, kaydolup Hatay’a gideceğim diye düşünürken Kilisli Abdurrahman isimli bir kardeş bana dedi ki “Nureddin kardeş, dün Bekir Berk’in dersi vardı, sen orada mıydın?” Yoktum deyince “Orada dedi ki artık hukukçulara değil, muallimlere ihtiyaç var.” Bunu duyunca oradan da çıktım ve edebiyat fakültesine giderek kaydımı Tarih bölümüne yaptırdım. Nereden nereye…
Gittiğime de çok memnun oldum. Çünkü o dört sene içinde fakülteye çok az uğradım. Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla 1969 yılına kadar dolu dolu bir İstanbul hayatım oldu. Zübeyir Ağabeyin vefatından sonra da 1975-1976 yılına kadar orada kaldım. O zaman Kutlular Ağabey benim Hatay’a gitmemi istemedi. Üzerimizde çok emeği var. Özel bir insan, onun yerini doldurmak gerçekten mümkün değil. O zamanki üniversite talebelerinin üzerinde Zübeyir Ağabeyden aldığı bütün o ölçüleri aynen tatbik ederdi. Hatta biz üniversite rozetlerini takmazdık. Derdi ki “Mübarek-ül Yemame’ler, ihlâsınıza zarar gelmez, takın takın.” O zamanlar üniversite talebeleri azdı, onları takmak güzel bir şeydi kuvve-i maneviyye bakımından. Sonuç itibarıyla Kutlular Ağabey “Sen İstanbul’da kal” dedi, fakat babamın vefatı dolayısıyla ayrılmak zorunda kaldım. Belki hayatımın en büyük hatasını orada yaptığımı itiraf etmek isterim.
Fotoğraf: Erhan Akkaya - Yeni Asya
Günlük Okumalara AzamÎ Dikkat
Zübeyir Ağabey; “Kardeşim, azamî ihlâs, âzamî fedakârlık, âzamî sadakat, âzamî iktisat, âzamî metanet, âzamî sebat…” diye sayıyor. Birşey çok dikkatimi çekti; âzamî Risale-i Nur okumak, âzamî Risale-i Nur’u anlamak. Çünkü âzamî Risale-i Nur’u okuyup anlamak hizmet-i imaniyede koşmamıza sebebiyet veriyor. Meslek ve meşrep hassasiyetimizi muhafaza ediyor. İnsanoğlu aldatılmaya müsait bir varlık, aldanabilir. Aldanabilir olduğu için de Risale-i Nur’un meslek ve meşrep hassasiyeti noktasında lâhikaları çok iyi okumak lâzım. Risale-i Nurlar’ı okuya okuya kelimelere takılmaya başladığımız zaman tahkiki anlamda bir tefekkür dönemi başlamış demektir. Ömür çok az, bu Külliyatı sanki okumadan gidecekmişiz gibi bir korku var içimizde. Günlük okumalara azamî derecede önem vermek lâzım. Bütün bu konuşmaların hepsinin dayandığı yer azamî Risale okumak, azamî Risale-i Nur’u anlamaktan geçiyor.
Gençlere Ümit Aşılamak Lazım
Zübeyir Ağabey fikir istikameti olan, fikir namusu taşıyan, ilkeli duruşu sağlam, zikzak yapmayan, çizgisinde kırığı olmayan bir tavır sahibi. Zübeyir Ağabeyi Zübeyir Ağabey yapan en önemli vasıflardan birisi sadâkattir; “Üstad söylemiş mi, Üstad yazmış mı, onun dışında ben fikrimi ve hissiyatımı karıştırmam.” Dâvâ demek bir tavırdır. Bu duruşu, bu tavrı koyanlardan birisi de rahmetli Ali Fuat Başgil idi. Bir gün Ali Fuat Başgil’in evine ziyarete gittik. Nurettin Topçu da ordaydı. Bekir Berk, Kutlular Ağabey de orada. Adam bize bir tablo çizdi, simsiyah ümitsizlik! Biz de bir grup üniversite talebesi yeni gelmişiz, o arada baktık manevî hava bozuldu, ben de elimi kaldırdım; “Buyur evlâdım” dedi. “Hz Bediüzzaman’dan bir pasaj okumak isterim” dedim. “Zindan-ı atalete düştüğünüzün sebebi ne? Cevap: Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise onun matiyyesidir. Himmetiniz o şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit en evvel düşman-ı şedid olan yeis rast gelir. Kuvve-i maneviyesini kırar atar. Siz bu düşmana karşı Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz..” Nurettin Topçu da öğrencisiymiş onun, Başgil ona dönüp “Nurettin!” dedi, “Gençlere şevk ve ümit aşılamak lâzım, senin gibi yeis değil.”
Hak ve hakikat inhisar altına alınamaz
10 Şubat 1925’te Şeyh Said İsyanı oluyor. Hz. Üstad’ın bu menfi harekete tavrı “Din dahilde menfi bir şekilde istimal edilemez” oluyor ve her devirde bunu ifade ediyor. Takrir-i Sükûn, muhalefet ve arkasından 31’de müthiş bir Matbuat Kanunu… Üstad’a o zaman diyorlar ki; “ Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-ı İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne selâhiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun? (Evet. Üstad böyle bir zaman diliminde Risale-i Nurlar’ı yazıyor) Sen madem nefye mahkûmsun, bu işlere karışmaya hakkın yok!”
“Elcevap: Hak ve hakikat inhisar altına alınamaz. İman ve Kur’ân nasıl inhisar altına alınabilir? Siz dünyanızın usûlünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz. Fakat hakaik-ı imaniye ve esasat-ı Kur’âniye resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde ve dünya muamelâtı suretine sokulamaz. Belki bir mevhibe-i İlâhiye olan o esrar, halis bir niyetle ve dünyadan ve huzuzât-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir.”
Risale-i Nur Davaları
Yüzlerce dâvâ Risale-i Nur aleyhine açılmıştır. Halbuki biz biliyoruz 15 Haziran 1944’te Risale-i Nurlar Denizli Mahkemesi’nin verdiği kararla beraat etmiştir. Buna rağmen açılan dâvâların hepsi demokrasi ve hukuku bir kenara bırakarak işlenen cinayetlerdir. Bekir Bey’in bir yazıhanesi vardı Cağaloğlu’nda, ben ara sıra giderdim. Orada şunu görürdüm; Türkiye haritası üzerinde yüzlerce kırmızı raptiye, yani bunlar bu kadar dâvânın açıldığını gösteriyordu. O zamanda Bekir Berk soyadı üzere gerçekten bir berk gibi, bir yıldırım gibi, bütün bu dâvâların üzerine yürümüş bir mücahitti.
Risale-i Nur’un Önünü Kesmek İçin Uğraştılar
60’larda devlet desteği ve MİT tertibiyle Türkiye’de Risale-i Nur’un önünü kesmek için Mevdudi’nin, Seyyid Kutub’un kitapları Türkçeye tercüme edilmeye başlandı. Bu sırf Risale-i Nur’un önünü kesmek içindir.
DEVAM EDECEK