Dizi Yazısı: A. Pınar Deniz - İstanbullu Sahabeler - 7
“Zanaatı çulhalık olan ve bez dokuyarak geçinen Hâlid, nâm-ı diğer Ebû Eyyûb el Ensarî, meğer adından dolayı bilge Semul’ün hikmetini taşırmış. Ve onun zamanında olmuş hep olanlar.”
Eyyûb Sultan (HZ. HÂLİD BİN ZEYD EBÛ EYYÛB EL ENSÂRÎ)
Eyüp Sultan diye adı geçen Eyüp semtine ismini veren bu kutlu sahabenin gerçek ismi Hz. Halid b. Zeyd (ra) olmasına rağmen, adının neden Hz. Eyyûb (ra) olduğu genellikle bilinmiyor, hatta yanlış bir isim verildiği düşünülebiliyor. Hâlbuki bu ismin öyle bir sırrı var ki, insan “vay be” demeden geçemiyor.
“Yemen’de Tübba Düru isminde zengin adaletli ihtişamlı bir melik yaşarmış. Her gün Allah’a yüz kere tövbe ettiği, hastalık gelince sabırla katlandığı için halk ona Eyyûb lakabını vermişler. Zebur ile Hz. Davut (as) sünnetiyle amel edermiş. Hz. İsa (as) peygamberden 150-250 yıl kadar sonra hükümdar olmuş. 9 tane bilge veziri varmış. Dokuzuncu vezirin ismi ise babasının da adını taşıyan “Semul” imiş. Bu hükümdar bir gün Hz. İsa’nın (as) dinini öğrenmek için Kudüs’e gitmeye karar vermiş. Yolu üzerindeki Mekke’ye uğramış, Kâbe’yi ziyaret etmek istemiş. 12 bin askeri ve vezirleriyle çadır kurmuşlar. Mekke’nin ileri gelenlerinin karşılamaması üzerine çok sinirlenen melik Mekke’nin ileri gelenlerinin mallarını yağma ettirmeyi, hatta başlarını kestirmeyi düşünmüş. Bilge vezirleri ise, bu fikre karşı çıkmış. İçlerinden Semul, Ahirzaman Nebisinin Mekke’de doğmasının yaklaştığını, eğer Mekke halkı yok edilirse muhtemelen onun atalarının da bundan zarar göreceği yahut doğumun geri kalma ihtimali bulunduğunu, bunun ise Allah’ın gazabını çekeceğini söylemiş.
ÖFKESİNİ YENEN MELİK
“Melik o gece Mekkelilere öfke duya duya yatağına girmiş. Fakat uykusunda ona bir hastalık gelmiş ve bütün vücudu şişmiş. Hekimleri derdine bir türlü çare bulamamışlar. Şişme gittikçe ilerlemiş. Nihayet dili ağzını kaplayıp nefes almasını zorlaştırmış. O sırada bir kâhin, içindeki fesatlık nedeniyle bu hâle geldiğini, bilge Semul’ün bahsettiği Ahirzaman Nebisinin hak olduğunu, taşıdığı kötü fikirlerden vazgeçerse iyileşebileceğini söylemiş. Melik Tübba kâhini dinleyip yavaş yavaş öfkesini yenmiş ve kötü niyetlerinden vazgeçip tövbe etmiş. Bedeni de evvelkinden sağlıklı hâle gelmiş. Bu minval üzere Mekke’den kalkıp kendi yoluna gidecek olmuş. Çölü ve kara tepeleri aşmış. Sonunda yolu Yesrib diye bir kasabaya uğramış. Dağların arasında, kötü bir araziymiş. Tübba burada konaklamak bile istememiş. Çünkü her yer pek kötü kokuyormuş. Hekimleri ve bilge vezirleri kötü kokunun sebebini bir türlü anlayamamışlar. Nihayet konacak menzil ararken yolları bir mahalle uğramış. Burada nedense o kötü koku yokmuş. Bilakis burunlarına çok güzel bir koku geliyormuş. Melik bunun sebebini sorduğunda yine bilge Semul, Kâbe’de doğacağını söylediği peygamberin bir müddet sonra buraya geleceğinden, burada yaşayacağı ve sonunda bu güzel kokulu küçük yere defnolunacağından, duydukları kokunun belki de ona ait olma ihtimali bulunduğundan bahsetmiş. “Ol Nebinin gelme zamanı yaklaşmaktadır” demeyi de unutmamış. Bunun üzerine Melik Tübba anılan yerde toy kurdurup şölenler tertiplemiş. Günlerce çevredeki halka iyilik ve hayırlar yaparak uzunca müddet, o cennet kokulu ravza da konaklamış. Amma sayılı günlerin tükendiği, uzun vakitlerin kısaldığı sırada melikin emrindeki âlimler, kendisinden bir istekte bulunmuşlar:
ÂLİMLERİN İSTEĞİ
“‘Ey Melik-i muazzam! Sizin emrinizde yeterli sayıda ulemâ ve tebaa vardır. Bizi burada bırakınız ve bizim her birimiz için birer hane yaptırınız. Ümit ederiz ki, o Nebinin dönemine erişir ve kendisine kavuşuruz. Eğer, kendilerine kavuşabilirsek sizi de haberdâr ederiz.’ Bunun üzerine Melik, âlimlerinden kırkı için birer ev yaptırmış ve her birine birer de cariye vererek birçok mal bağışlamış. Temelini taş ile ördürdüğü bir ev de, gelecek olan Nebi için yaptırıp şöyle vasiyette bulunmuş: ‘O muhterem zât Mekke’de peygamber olup da bu memlekete hicret buyurduğu vakit, bu hanede ikamet eylesin.’”
“O vakitlerde yazı tuğlalara yazılır, mektuplar böyle gönderilirmiş. Melik Tübba, pişmiş tuğladan bir tablet hazırlatmış. Üzerini kendi eliyle yazdıktan sonra bilge veziri Semul’e vasiyet etmiş ki: ‘Şayet, beklenen o son peygamber benim zamanımda gelecek olursa pek âlâ; eğer benden sonra gelecek olursa o muhterem zât namına sana bu mektubu veriyorum. Emanetimi elden ele, babadan oğula teslim ederek bizzat eline ulaşıncaya kadar devrettiresin.’
MELİK TÜBBA’NIN MEKTUBU
“Meğer Melik Tübba, mektubun üzerine İbranî harfleriyle şu ibareyi yazmışmış: ‘Evvel ve âhir, her şey, her emir ve takdir Allah Tealâ’nındır.’ Erte vakitte melik, ordusunu alarak önce Kudüs’e varmış, ardından memleketi olan Yemen’e dönmüş. Semul, melikin mektubunu bir sandıkçaya koyup mühürlemiş. Tâ ki emanet sahibini bulunca açılsın. Zamanlar akmış, doğanlar ölmüş.
HALİD’İN OĞLU
“Hazrec kabilesinden olan Semul, Kutlu Peygamber’e erişememiş. Gel zaman, git zaman, Semul’ün yedi veya on iki göbek sonraki torunu Zeyd bu evde otururken adı güzel Hz. Muhammed (sav) doğmuş. Ol Ahirzaman Nebisinin kutlu doğumundan yirmi yıl sonra da Zeyd’in bir oğlu olmuş. Adını Hâlid koymuşlar. Bu Hâlid, arkadaşı Revaha’nm telkiniyle Müslümanlığa meyledip ‘Eşhedü en lâ-İlâhe illa’llah ve eşhedü enne Mühammeden abduhû ve rasûluhû’ diyerek imana gelmiş ve ikinci Akabe Biatı’nda Nebi’nin ümmeti olmayı kabul ederek onu canı pahasına korumak üzere and içenler arasına katılmış. Hâlid yirmi iki yaşındayken evlenmiş ve bir oğlu doğunca, çok tövbe edenlerden ve hastalık gelirse sabır gösterenlerden olsun diye ona büyük büyük dedesi Semul’e imkân tanıyan Melik Tübba Düru’nun lakabı Eyyûb’u ad diye koymuş. Ol sebepten Yesribliler Hâlid’e Ebû Eyyûb demişler. Zanaatı çulhalık olan ve bez dokuyarak geçinen Hâlid, nâm-ı diğer Ebû Eyyûb el-Ensarî, meğer adından dolayı bilge Semul’ün hikmetini taşırmış. Ve onun zamanında olmuş hep olanlar.”
(Hikâye-i Ebû Eyyûb, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar Bölümü, nr. 4032, yazılışı: H.1300/M.1882, v.l5a-b.Kısmen sadeleştirilmiştir.)
-DEVAMI EDECEK-