Bediüzzaman Hazretleri “Bir masumu idam etmek mi, yoksa on caniyi affetmek mi daha zarardır?” sorusuyla günümüzün en ileri demokratik ülkelerinin bile ulaşmakta ya da idrak etmekte zorlandığı muazzam bir hakikatı söylüyor. Hata ile affedilen on caniyi bile sonradan bir şekilde cezalandırmak mümkün. Ancak hata ile haksız olarak idam edilen bir masumun hakkını iade edecek hiçbir beşeri kuvvet yoktur. Onun için âlemlerin Rabbi Kur’Ân’da ferman ediyor “kim masum bir cana kıyarsa bütün insanlığı öldürmüş gibidir.”
Asrın mahkemesi, çağların müdafaası: Divan-ı Harb-i Örfî şerhi-Dizi-18
HASAN GÜNEŞ[email protected]
***
Gazetelerin yanılttıkları
Bediüzzaman Hazretleri suallerinde kendisini müdafaa yerine Bekirağa Bölüğü gibi hapishanelerde günlerdir işkence altında idamla yargılanmayı bekleyen suçsuz insanları kurtarmayı hedeflemektedir. Birinci sualinde bir kısım insanların gazetelere aldandığını ifade etmektedir. 31 Mart Vak’ası’nda gazetelerin tesiri büyüktür. Nitekim gazetelerin az okunduğu Anadolu’da Erzurum ve Bursa gibi bir birkaç şehrin dışında önemli hadise yaşanmamıştır. Rumeli’de ise İttihatçı gazetelerin yaygın olması sebebiyle 31 Mart Hadiseleri’ne karşı ciddî bir tepki meydana gelmiştir.
Gazetecilerin ölçüsüz yayınları karşılıklı atışmaları ve rekabetleri toplumu büyük bir gerilime sevk etmiştir. Kimisinin hissi davranması, kimisinin sonunun bu şekilde olacağını tahmin edememeleri, kimisinin tiraj arttırma gayreti nihayetinde büyük bir kargaşaya sebep olmuştur. Gazeteciliğin Osmanlı’da yeni olmasının da bu tecrübesizlikte payını unutmamak gerekiyor. Bediüzzaman Hazretleri gidişatın vehametini fark ettiği için “Edipler edepli olmalı” şeklinde makaleleriyle bu tehlikeye dikkat çekerek önlemeye çalışmıştır.
İkinci sual: Bir insan yılan suretine girse yahut bir velî haydut kıyafetine girse veyahut meşrûtiyet, istibdat şekline girse, ona taarruz edenlerin cezası nedir?
Belki, hakikaten onlar yılandırlar, haydutturlar ve istibdattırlar.
Meşrutiyet, istibdat şekline girse
Toplumun ekseriyeti görünüşe ve uygulamaya bakar. O dönemde de kendisini meşrûtiyetçi ve hürriyetçi olarak takdim eden kişilerin zulüm ve ahlâksızlıklarını görünce tepkilerini hata olarak meşrûtiyet ve hürriyete göstermişlerdir. Burada suçun büyüğü meşrûtiyet ve hürriyet ismini lekeleyenlerindir.
Üçüncü sual: Acaba müstebit yalnız bir şahıs mı olur? Müteaddit şahıslar müstebit olmaz mı? Bence kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdat münkasım olmuş olur. Ve komitecilikle tam şiddetlenir.
Kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdat tevzi olur
Avrupa’da Büyük Fransız İhtilâliyle başlayan yeni dönemde monarşik krallıklardan cumhuriyete geçilmesiyle artık istibdat rejimleri bitti diye düşünülmüştü. Ancak ara ara jakoben idareler ve komitelerin istibdadı daha şiddetli bir istibdat getirdi. Daha sonraki dönemlerde bu hakikat daha da netleşti. Sovyetler, Baas rejimleri ve Türkiye’deki tek parti ve askerî yönetimler cumhuriyetti, ancak diktatörlükte kralları ve çarları aratmıyordu. İngiltere ve İsveç gibi sembolik krallıklar dünyadaki birçok cumhuriyetten daha demokrat ve daha hürdür. Bu uygulamalar cumhuriyet ifadesinin yeniden tarif edilme gerekliliğini ortaya koydu.
Demokratik olmayan bir cumhuriyetin krallıktan pek de farkının olmadığını hatta kralların, komitelerden ve partilerden zayıf olması sebebiyle komitelerin istibdadının daha tehlikeli ve aldatıcı olduğu ortaya çıktı.
Bediüzzaman Said Nursî mahkemede bu hakikatı vurgulayarak komitelerin istibdadına dikkat çekiyor. “Kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdat münkasım olmuş olur” diyerek yöneticilerin keyfi idareyi bırakıp Kanun-u Esasi’ye yani anayasa ve kanunlara uyması gerektiğini ifade ediyor.
İLGİNÇ BİR SUAL
Dördüncü sual: Bir mâsumu idam etmek mi, yoksa on câniyi affetmek mi daha zarardır?
Firavun bir Musa’ya engel olmak için binlerce çocuğu katletmiş, ancak Musa yine de vazifesini tamamlamıştı. Bugünün dünya hâkimleri çok mu farklı? Bir suçluyu cezalandırmak için suçlu kaçabilir ihtimaline karşı bir köyü yok etmekten çekinmiyor.
Bediüzzaman Hazretleri “Bir masumu idam etmek mi, yoksa on caniyi affetmek mi daha zarardır?” sorusuyla günümüzün en ileri demokratik ülkelerinin bile ulaşmakta ya da idrak etmekte zorlandığı muazzam bir hakikatı söylüyor.
Evet, devlet, devlet adamları ve mahkemeler hata yapabilir. Ancak hatalar terazinin hep telâfi edilebilir ve tamir edilebilir tarafında olmalıdır. Hata ile affedilen on caniyi bile sonradan bir şekilde cezalandırmak mümkün. Ancak hata ile haksız olarak idam edilen bir masumun hakkını iade edecek hiçbir beşerî kuvvet yoktur. Onun için âlemlerin Rabbi Kur’ân’da ferman ediyor “kim masum bir cana kıyarsa bütün insanlığı öldürmüş gibidir.” Yani Kur’ân hiçbir cinayet için, insanlığı, vatanı ya da devleti kurtarmak gibi hiçbir mazereti kabul etmiyor. Zaten kurtarmak da Âlemlerin Rabbinin elinde…
Bu hususta Hz. Ömer’e ait bir adalet prensibini de hatırlatalım: Kâdî Şurayh’a yazdığı mektupta şu ikazda bulunmuştur: “Hatalı olarak bin suçluyu beraat ettirmek, hatalı olarak bir kişiyi mahkûm etmekten daha iyi ve isabetlidir...” Şüphe mahkûmiyete değil, beraate götürür. (Ali Şafak, Yeni Asya, 21.04.2019)
Fransız düşünür Voltaire’in Orta Doğu’da geçen bir hikâyesinde kısmen benzer bir ifade eski ve yaygın bir kaide olarak geçer.
Beşinci sual: Maddî tazyikler, ehl-i meslek ve fikre galebe etmediği gibi daha ziyade nifak ve tefrika vermez mi?
Fikirlere, fikirle karşı çıkılmalı
Fikir adamlarına ve içtimaî gruplara yapılan maddî baskılar hep onların yer altına inmesine, kanun dışı yollara müracaat etmesine ve tefrikaya sebep olmuştur. Karşılıklı fikir teatisiyle bir şekilde halledilecek meseleler mağduriyetle birlikte farklı cereyanların çıkmasına sebep olmuştur. Eğer haklı ve fikirde istikametli ve isabetliyseniz fikir ve ilim ile mücadele etmeniz gerekiyor. Bediüzzaman Hazretleri Münâzarât isimli eserinde batıl mezheplerin çıkışında siyasî istibdadın beslediği ilmi istibdada dikkat çeker.
Altıncı sual: Bir mâden-i hayat-ı içtimaîyemiz olan ittihad-ı millet, ref-i imtiyazdan başka ne ile olur?
İmtiyazların kaldırılması
Bediüzzaman Hazretleri “sosyal hayatımızın madeni ve kaynağı millî birliktir” diyor. Bu da ancak “imtiyazların kaldırılması” ile mümkündür.
Bediüzzaman Said Nursî, bu imtiyazlardan neleri kastediyor?
Mahkemelerdeki cezalandırmada ciddî ayırımlar yapılmıştır. İttihat ve Terakki en imtiyazlılarıdır. Kendilerinin ya da yakınlarının işledikleri suçlar görmezden gelinmiştir. Yine halkın kışkırtılmasında ve tahrik edilmesinde önemli rol oynayan bir kısım gazeteler İttihat ve Terakki taraftarı olduğu için sorgulamaya tabi tutulmamıştır.
Yine İstanbul’daki komutanlar ve emniyet görevlileri isyanı önlemek için hiçbir teşebbüste bulunmamışlar adeta seyretmişlerdir. Ancak vazifelerini yapmadıkları için de hiçbir takibata da uğramamışlardır.
İmtiyaz ile ilgili diğer bir husus ise ileriki maddelerde de geçtiği gibi İttihat ve Terakki Fırkası ve taraftarları sadece kendilerini hürriyetçi ve meşrûtiyetçi olarak takdim ediyordu. Diğerlerini mutlak monarşiye dönmeye çalışanlar olarak takdim ediyordu.
Yedinci sual: Müsavatı ihlâl ve yalnız bazıları tahsis ve haklarında kanunu tamamıyla tatbik etmek, zahiren adalet iken, bir cihette acaba müsavatsızlıkla zulüm ve garaz olmaz mı? Hem de tebrie ve tahliye ile mâsumiyetleri tebeyyün eden ekser mahbusînin, belki yüzde sekseni mâsum iken, acaba ekseriyet nokta-i nazarında bu hal hükümferma olsa, garaz ve fikr-i intikam olmaz mı?
Divan-ı Harb’e diyeceğim yok, ihbar edenler düşünsünler.