“Aslında din ve devletin ayrılması, dini siyasetin tasallutundan korumak içindir. Dünyada hâlen bunun kavgası yapılıyor. Hâlâ din ve devlet ilişkilerinde nasıl ve hangi ölçüde olunacağı tartışma konusu…”
-1-
TAKDİM
Vefâtının üçüncü yıldönümünde 9. Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’le başta gazetemizin imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular ve Genel Yayın Yönetmeni Kâzım Güleçyüz olmak üzere bazı Yönetim Kurulu üyelerinin de zaman zaman katıldığı Ankara - Güniz Sokak’taki evinde yaptığımız ve dünden bugüne Türkiye’nin gündemindeki birçok önemli konuya da ışık tutan özel görüşme ve sohbetlerin özet notlarını dua ve rahmet vesilesi olması dileğiyle yayınlıyoruz.
“ÇOK BAŞARILI HİZMETLER YAPIYORSUNUZ…”
(Selâmlaşma ve hoş geldiniz faslından sonra o gün Ankara’da yapılan Bediüzzaman’ı anma toplantısı hakkında)
Demirel: Toplantı nasıl geçti?
(İyi geçtiği ve İstanbul’daki “küresel iktisadî kriz” sempozyumuna karşılık Ankara’dakinin daha çok bir “anma toplantısı” tarzında olduğunun anlatılması üzerine:)
Tebrik ederim; çok güzel, çok başarılı hizmetler yapıyorsunuz; tâkib ediyorum. Meselenizi çok güzel anlatıyorsunuz, neşriyatınız, yayınlarınız iyi gidiyor; insanlar çok güzel istifade ediyor.
“HAKTA SEBÂT ÇOK ÖNEMLİ…”
M. Kutlular: Adalet Partisi genel başkanının seçilmesi sırasında, Cemal Külahlı, İdris Yamantürk, Mehmet Turgut ile görüşmelerde bulunduk. Merhum Bekir Berk Abi’nin, Milliyetçiler Derneği’nden tanıdığı Saadettin Bilgiç’e karşı Zübeyir Ağabey’in istişâre edip Süleyman Demirel’in daha kapasiteli olduğunu ifâdesi ve tercihiyle sizi destekledik. Allah şâhittir; siz, hiçbir zaman desteğimizi boşa çıkarmadınız, dostluğumuzu zedelemediniz.”
Demirel: Doğruda sebât. Hakta sebât etmek lâzım. Bütün mesele bu. Zaten bütün dâvâlar hakta sebâtla büyür ve kazanılır.
Şeytan kovulunca Cenâb-ı Hak’tan müsaade istemiş; “insanları aldatmak için.” Allah da demiş, “Peki o halde sana izin var. Tabi insanlar da aldatılmaya müsâit. Hücûrat Sûresi’nde bu mesele çok anlamlı zikrediliyor, anlatılıyor…
M. Kutlular: Bediüzzaman diyor ki, “Musîbetlere mâruz kalırsınız; hâdiseler imtihan içindir.’ Ayrıca Üstad, ‘Size söylediğimi siz de hemen kabul etmeyin; bakın, tartın; altın mı bakır mı? Bakır çıktığını görünce bana iâde ediniz…”
Demirel: İnsanoğlu çok çabuk kabul ediyor; ama insanın tahammülü de fazla. Hâdiselere karşı tahammülü de büyük.
“DİNİ SİYASETİN TASALLUTUNDA KORUMAK İÇİN…”
Mehmet Kutlular: 1946-47’de Bediüzzaman’ın Halk Partisi Genel Sekreteri Hilmi Uran’a yazdığı mektubunda, “Siz şimdiye kadar gelen inkılâp kusurlarını üç-dört adamlara verip, şimdiye kada umumî harp vesâir inkılâpların icbârıyla yapılan tahribâtları –hususan an’ane-i diniye hakkında- tâmire çalışsanız, hem size istikbâlde çok büyük bir şeref ve âhirette büyük kusurâtlarınıza keffâret olup, hem vatan ve millet hakkında menfaatli hizmet ederek milliyetperver, hâmiyetperver nâmına müstehâk olursunuz” diye bildiriyor. Devletin dine saygı duyup dinî – mânevî değerlere sahip çıkması gereğini ikaz ediyor.
Demirel: Çalkantı var… Aslında din ve devletin ayrılması, dini siyasetin tasallutundan korumak içindir. Dünyada hâlen bunun kavgası yapılıyor. Hâlâ din ve devlet ilişkilerinde nasıl ve hangi ölçüde olunacağı tartışma konusu…
“Vahiy mi akıl mı”, tartışılıyor. İtalya’da, Polonya’da hâlen bunlar tartışılıyor…
Biz her şeye hızlı gireriz; kırar dökeriz… Çabuk da cayarız. En önemlisi, bütün bu tartışmaların nirengi noktasında olması gereken, halkla devletin barışık olması gerekir. Devletin maksadı vatandaşa, vatandaşın değerlerine karşı değil; devletle vatandaşın barışık olması gerekir, barıştırmak gerekir. Önemli olan bu. Allah’la kul arasına Peygamberler dışında kimse girmesin; aksi halde bir takım yanlışlıklar yapılıyor…
İSLÂM VE DEMOKRASİ ÇALIŞMASI
Mehmet Kutlular: Bediüzzaman bütün bunları anlatmış; “Hocaların, şeyhlerin yanlışlarına bakmayın, İslâm’a mal etmeyin” demiş. Üstad onlara, “sabiyy-i müteşeyyih” diyor. “Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz. Hakâik-i imâniye ve esâsât-ı Kur’âniye, resmî bir şekilde ücret mukabilinde, dünya muâmelâtı suretine sokulmaz” ikazında bulunuyor. İslâmiyet’e hizmettin Allah için karşılıksız olması gerektiğini belirtiyor. Ayrıca, “Risale-i Nur medresenin malıdır, ben bekliyordum ki en çok hocalar, ehl-i medrese sahip çıksın” diye onları bu dâvâya, bu eserlere sahip çıkmaya çağırmış. Lâkin onların çoğu ne garip ki hep uzak durmuşlar, hep mesâfeli kalmışlar…”
Demirel: Çünkü onların zenaatleri ellerinden gidecek de ondan…”
(Demokrasinin İslâm’la bağdaşırlığı, İslâm’ın günümüzün çağdaş insanî değeleri hakkındaki hükümleri ve bakışı hakkında) Bir çalışma yaptırıyorum, ama hâlen bitmedi. Birçok değerli ilim adamından, hocaefendiden görüş aldım. Dosyaları duruyor. İç ve dış kaynaklardan istifade ettim.
Ama bana verilen o şeylere evvela kendim kani olmam lâzım. Muhâkemesini yapmam lâzım. Derleyip toparlamam lâzım…
“DİVÂN-I HARB-İ ÖRFÎ’, ON CİLTLİK KİTABA BEDEL…”
M. Kutlular: Biz devam ettirebiliriz, sahip çıkabiliriz. Ayrıca verirseniz onları tamamlayıp yayınlayabiliriz de. Aslında, Üstad hep ehl-i medrese ile ehl-i mektebin barışmasını, birbirini anlamasını ister.
K. Güleçyüz: Buna ehl-i tekyeyi de ilâve eder. Aksi halde mekteple medresenin bakışı farklı oluğu için ehl-i mektep, ehl-i medreseyi taassupla ‘geri kafalılık’la itham eder; ehl-i tekyeyi ‘câhillik’le itham eder. Ehl-i medrese de ehl-i mektebi ‘din dışı’ ve hatta ‘dinsiz gibi’ telâkki eder, yaftalar. Bu kör dövüşüne karşı mutlaka bu grupların birbirlerini dinlemesini, anlamasını ve barışmasını gerekli görür. Zira ilim ve fen İslâmı tasdik eder. Üstad’a göre, ehl-imekteb, fenlerle mârifetullahı okur; yaptığı ilim mârifetullahtır…
Demirel: (Masasındaki küçük cep boy Divân-ı Harb-i Örfî kitabını eline alıp göstererek…) Bu konuları izâh eden, kahramanca ifâde eden Divân-ı Harb-i Örfî, on ciltlik kitaba bedel. Bunları okuyan bir kimsenin etki altında kalmaması mümkün değil. Bu kahramanlık ve altın kelimeler fevkalâde etkileyici. Ayrıca lügâtçeleriyle bastırmanız çok güzel olmuş; fevkalâde istifadeli olmuş; tebrik ederim…
“BABAM DA BARLA’YA ÜSTAD’IN YANINA GİDERDİ…”
Bizim çocukluk, gençlik yıllarımızda, Üstad’ın Barla’da olduğu zamanlarda -bizim köyde- Üstad’ın yanına gidip gelenlerin içinde babam da vardı. Onu dinleyen, eserlerini okuyan mutlaka etki altında kalırdı. Bunu çok hâdiselerle müşâhede ettik…
BOZAYAK MEHMET DAYI DİNDARLAŞTI
Bizim köyde Semerci Bozayak Mehmet Dayı vardı. Şen şakrak, güler yüzlü yiğit bir adamdı; ama başta namazla niyâzla pek ilgisi yoktu… Rahmetli nenem, (babamın annesi) sürekli Kur’ân okuyan iyi bir mü’mindi. Semerci Bozayak Mehmet Dayı onun akrabası.
Bozayak Dayı, Üstad’ın yanına gitmeye başladı ve kısa zamanda değişti; dindar oldu, bilgisi arttı, hoca oldu… Onun bu haline herkes şaşırıp kaldı. Öylesine ki, sabah namazı vaktinde camiye gitmek için çok erkenden evden çıkar, yolda sesli sesli okur, duâ ederek yürür geçerdi.
Bunun üzerine nenem derdi ki, “Bu Bozayak iyi bir Müslüman olmuş ama hâlâ akıllanmış değil, deli…” Zira Müslümanlık âlâyiş kaldırmaz…
-DEVAM EDECEK-