“(Rasulüm!) Allah’tan bir rahmet eseridir ki onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli birisi olsaydın, etrafından dağılıp giderlerdi. Onları affet, Allah’ın onları bağışlaması için duâ et. İşlerinde onlarla istişare et. İş konusunda karar verdikten sonra, artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah tevekkül edenleri/Kendisine güvenip dayananları sever.”1
İki cihan saadetini hakkıyla yaşamak istiyorsak -nefsimize ağır gelse de- her halde yumuşak huylu davranıştan taviz vermememiz gerekiyor. Affetmek, haklarımızı–haklı dahi olsak- helal etmek gerçek bir mü’minin alamet-i farikasıdır.
Taş atana gül atmanın sonunda saadet vardır: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.”2
Kendi inancımızdan olmayan Yahudilere bile hainlik yapmalarına rağmen Efendimize “affet ve aldırış etme” emrinin verilmesi manidardır:
“Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkamın (Tevrat’ın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.”3
Bize düşen sabır, af ve tevekküldür. Bu üç haslet hakkıyla yaşanması şeytanın da tuzaklarını boşa çıkaracaktır:
“Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur.”4
Dipnotlar:
1-Al-i İmran Sûresi, 159.; 2-Fussilet Sûresi, 34.; 3-Mâide Sûresi, 13.; 4-(Nahl Sûresi, 99.