Yılmaz Özdil adında -ve fotoğrafına göre elleri bellerinde- bir gazeteci, 27 Şubat 2019’da “Kâfir öyle mi?” başlıklı bir yazı kaleme almış.
Önce -ne demekse- “Yunan arşivlerinden” eski bir fotoğraf paylaşıyor. Bir grup Yunan askeriyle birkaç sarıklının birlikte göründüğü bu fotoğraftan yola çıkıyor.
Yazısına şöyle başlıyor: “Sarıklı cübbeli bir yobazın videosu sosyal medyada dolaşıyor meselâ… Güya duâ ettiriyor, ‘bu seçim İslâm’la küfrün savaşıdır’ diyor, Akp’ye oy vermeyenlere ‘kâfir’ diyor, ‘kâfir güruhuna fırsat verme, onlara bir başkanlık, bir muhtarlık bile ihsan eyleme Yarabbi’ diyor. Herkes merak ediyor. Kim bu yobaz?”
Sonra yazar sorusuna kendisi cevap vermeye başlıyor:
“Halbuki biz onu Menemen’den gayet iyi tanıyoruz…”
Yazar Derviş Mehmet’i anıyor. Madımak Oteli’ni yakanları zikrediyor. Doğru örneklerle devam ediyor.
Ama bir yere geliyor ve şunları yazıyor:
“Hukuk ve Anayasa kavramına tahammül edemeyen, Meşrûtiyet’i hazmedemeyen yobazların ‘din elden gidiyor’ yalanından, günümüzün yandaş medyası gibi bedâva dağıtılan Volkan Gazetesi’nden, Said-i Nursî’nin de köşe yazarı olduğu o kindar gazetenin ektiği nifak tohumlarından, ‘şeriat isteriz’ sloganlarıyla Ayasofya meydanından yürüyüşe geçerek, yeşil bayraklarıyla Meclis-i Mebusan’ı basan tarikatçılardan, kendilerine katılmayanları ‘kâfir’ ilân eden, orduyu-milleti birbirine kırdıran, sarıklı İngiliz casusu Derviş Vahdeti’nin sevinç çığlıklarından tanıyoruz.”
Bu cümlelerdeki diğer tarihî yanlışları uzmanına bırakalım.
Ama “Said-i Nursî’nin de köşe yazarı olduğu o kindar gazete” imâsının üzerinde duralım.
Said Nursî, o dönemde “bir gazete”nin değil çok gazetenin köşe yazarıydı. Fikirleri meydanda. Yeni Asya Neşriyat’tan çıkan ve Bediüzzaman’ın o dönemde telif ettiği makale ve kitaplardan oluşan “Eski Said Dönemi Eserleri”ni dilerse kendisine gönderebiliriz.
Bediüzzaman bir gazeteden “ücret alan” bir “köşe” yazarı değildi. Dillere destan istiğnası ve fedâkârlığı da meydanda.
Ama Yılmaz Özdil anlaşılan Said Nursî’nin eserlerinden hiçbirini okumamış. Hayat hikâyesini de bilmiyor.
Haydi diline aşina değil, Divan-ı Harbi-i Örfi’yi okuyamamış.
Haydi ilgi alanında değil, anayasal demokrasinin el kitabı 1909 tarihli Münâzarât’ı bilmiyor.
Ama insaf. Başyazarı Said Nursî olan Yeni Asya gazetesi daha geçen hafta ellinci yılını kutladı yahu.
Özdil Yeni Asya’yı da mı hiç okumamış? Bu nasıl “gazete”ci?
Çok eski de değil, Özdil’in bilmediğimiz dedesinin dedesinin çelik çomak oynadığı yıllarda, Bediüzzaman sadece demokrat değil aynı zamanda cumhuriyetçi bir mütefekkir olarak adalet namına hakikati dillendiriyormuş.
Hem Bediüzzaman’ın hakikî talebeleri de demokrattır ve cumhuriyetçidir. Bunlar “şehir efsanesi” değil, delilli ispatlı net bilgilerdir.
Bir bilgi daha: Bediüzzaman ve talebeleri sadece siyasetin dinsizliğe âlet edilmesine değil, dinin siyasete âlet edilmesine de hep karşı çıkmıştır.
Bunu anlaması için Yılmaz Özdil’in Yeni Asya’nın üç gününü izlemesi yeterlidir. Ama önce önyargılarını yıkmalı.
Bunun için ise şu yazımız aydınlatıcı olabilir:
Meczuplar ülkesine nereden gidilir?
Ya da şu yazımıza göz atsa yeter:
Doğru mu Sayın Diyanet İşleri Başkanı?
Sonra belki bir noktada anlaşabiliriz.