Bugün 13:30’da ONLİNE olarak yapılacak olan “Adalet, Meşveret ve Hürriyet Temelinde DEMOKRATİK BİR CUMHURİYET ÖNERİSİ” adlı Panele davetimizi yenileyelim.
Serinin devamı olarak da bugün cumhuriyetin fazilet boyutunu yazalım.
Cumhuriyetler devrinin başlangıcı sayılan 1900’lü yılların başlarında kurulan ve adında “cumhuriyet” bulunan Sovyetler Birliği gibi enternasyonal sosyalist ya da İtalya ve Almanya gibi nasyonal sosyalist devletlerde, “rekabete dayalı fazilet” söz konusu değildi.
Sosyalizm, devletin, sosyal demokrasi prensipleriyle ve “sosyal devlet” olmakla yetinmeyip aşırı sosyal ve ferdiyeti öldürecek seviyede hürriyet düşmanı olması demek.
Komünizmin bir biçimi ya da bir öncülü sayılan sosyalist devlet, ideolojiyle abartılmış “mutlak eşitlik” iddiasını tatbik sahasına koyabilmek için; özel teşebbüsü yasaklıyor, özel mülkiyeti neredeyse tümüyle reddediyor, vatandaşı “yoklukta eşit”liyor ve devleti yüceltip kutsallaştırıyordu.
Kutsal devlet anlayışı, hilafetin saltanata dönmesinden sonra yani yaklaşık bin iki yüz yıldır İslam toplumlarında da yerleşmiş olduğu için, geçen yüzyılda bağımsızlığını kazanan birçok İslam ülkesinde kurulan devletler de -adlarında cumhuriyet ibaresinin de olmasına rağmen- kendisini milletin hizmetkârı olarak görenlerin değil kendisini milletten üstün görenlerin devleti idi.
Adına “İslam Cumhuriyeti” demekle bir rejim İslâmî de cumhurî de olmuyordu ve olmadı.
Kutsal devlet, itiraz edilemez devlettir. Bu devlete muhalefet meşru değildir. Böyle bir devlet insanın hürriyetini ve dolayısıyla insaniyetini elinden alır, robotlaştırır, makineleştirir, en azından münafıklaştırır.
Demokratik olmayan cumhuriyette devlet vatandaşlarına çoğu zaman ideolojik bir bakışla bakar. Onları dönüştürmeye ve “halka rağmen halk için” anlayışını tatbik etmeye çalışır. Bizdeki tek parti dönemi cumhuriyeti en yakın ve müşahhas misaldir.
Vatandaşlarla ilişkilerinde devletin kontrolsüz ve sorgusuz bir biçimde hâkim unsur ve baskın taraf durumunda olduğu ülkelerde, insanlar devletin hayrından faydalanmak ya da şerrinden emin olmak için çareler arar, hileyi ve entrikayı caiz görür. Böylece her türlü suistimale kapı açılır.
Antidemokratik cumhuriyette vatandaşlar devlet idaresine tesir ve nüfuz edemeyeceği için yöneticiler bir tür elit tabaka ve seçkinler grubu oluşturur. Hatta SSCB ve Çin’de olduğu gibi devleti görünüşte işçilerin partisi de yönetse, patron düşmanı o işçiler, bir süre sonra “yönetici sınıf” yani “patron üstü patron” olur.
Böyle bir devlette yöneticiler millete hesap vermeyecekleri için kendilerini milletin hizmetkârı olarak da görmez. Dolayısıyla bu devletin adı cumhuriyet de olsa kendisi “hizmetkar devlet” değildir.
Oysa gerçek cumhuriyet demokratik cumhuriyettir. Ve demokratik cumhuriyette devlet vatandaşının hizmetkârıdır.
Böyle bir ülkede hem devlet görevlileri ve hem de vatandaşlar haklarını ve sorumluluklarını bilir. Buna uygun davranır. İnsan insan olur, müsbet müsabaka ve hayırda yarışma duygusu ile hareket eder, fıtratına uygun işler yapar, insanın ve toplumun kalitesi ve ülkenin refahı artar.
Bu, toplumun dindarlaşmasıdır.
Demokratik cumhuriyeti elde edebilmiş dindar bir toplumda kimse kimseye tepeden bakmaya kalkmaz. Kimse kimseden hürmet beklemez. Dileyen dilediğine hürmet ve merhamet eder. Böylece fazilet-füruşluk biter, samimi ve hakiki fazilet yarışı başlar. Herkes hak ettiğini almış olur.
Böylece “devlet adına” diyenler de haddini bilir.
Ne mutlu, dindar demokratik cumhuriyete samimi taraftar olabilene!