Kayıkların kıyıya çekildiği yere çekek derler.
Çekeklerde genellikle bir de çayhane olur. Denize açılamayan yaşlı denizciler işletir.
Çayhanenin etrafını gülle donatırlar. Kapısını da üzüm asmasından yaparlar.
Kayığını çekeğe çekip kıyıya inen balıkçı önce çayhaneye girer. Isınır, çayını içer. Çaya ekmek bandırır, yer…
Türküsü bile var:
“Çekek başı çayhane, asmadandır kapısı. Ben gözüme aldırdım, on beş sene mapısı…”
Fakat her nasılsa Ordu sahilindeki eski çayhane “meyhane” olmuş ve çekek başı da “sokak başı”.
Hâlbuki eskiden sokak başında meyhane olmazdı.
Her şey birbirine karıştı. Demokrasisiz cumhuriyet de bu karışıklığın mikseri oldu.
Hatta devletvekilleri milletvekiliyim diye geçinir oldu.
Ahmet Hamdi Çamlı adındaki devletvekili de bu karışıklıktan istifadeyle o sokak başına gecekondu mescit dikmeye kalktı. Ama olmadı.
Kendisinin teklifine göre Ankara’da anıtkabirde bir mescide ihtiyaç var. Başta yapılmamış olması da bir eksiklik.
Hâlbuki anıtkabirin yönünün bile kıble ile alâkası yok.
Hem zaten yönü güneşe dönük bir binanın kıbleyle ve Kâbe’yle bir yakınlığının olmaması normal.
Ayrıntılar için bkz:
https://www.yeniasya.com.tr/ahmet-battal/anitkabirin-yonunu-kibleye-cevirmek_212265
Üstelik o bina AK Partiye kadar laiklerin laik mabedi sayılabilecek bir yerdi.
AKP’nin en büyük “başarı”sı yirmi yılda orayı dindarların laik mabedi haline getirebilmiş olması.
O yapı grubuna kıbleye dönük bir yapı ilâve etmeyi düşünmek ise ancak AKP’li gecekondu mimarlarına yakışır.
Bir taraftan bu olurken öbür taraftan bir dernek-partinin genel başkanı Ayasofya’da M. Kemal için mevlit okutmak üzere İstanbul Valiliği’nden izin almaya çalışmış. Ama o da başaramamış.
Valiliğin red kararının gerekçesini öğrenemedik. Ama galiba çok da önemli değil.
Zira Ayasofya Camii’ni -vakfiyesine de zıt olarak- müzeye çevirenin ve onu sevenlerin o binadan “cami olarak” faydalanması zaten garip olurdu.
Biz de “ve minel garaip” derdik.
Ey zıtlıklar mekânı Ülkem, ne zaman bu garipliklerden kurtulacaksın?