Bediüzzaman, Sünûhat’ta Rüyada Bir Hitabe’sinin devamında “Aynı gün pürümit, başka ve dünyevî bir meclise gittim.” 1 dediği paragrafta da “otuz sene halife olan bir zat” tabiriyle yine Sultan Abdülhamid’den bahseder. Şöyle ki: “Evet, dine imale etmek ve iltizama teşvik etmek ve vazife-i diniyelerini ihtâr etmekle dine hizmet olur. Yoksa, ‘dinsizsiniz’ dese, onları tecavüze sevk etmektir. Din dâhilde menfî tarzda istimal edilmez. Otuz sene halife olan bir zat, menfî siyâset namına istifade edildi zannıyla, şerîata gelen tecavüzü gördünüz. Acaba şimdiki menfî siyâsetçilerin fetvalarından istifade edecek kimdir, bilir misin? Bence İslâm’ın en şedit hasmıdır ki, hançerini İslâm’ın ciğerine saplamıştır.” 2 Bediüzzaman, hiçbir meseleyi muallakta bırakmaz. Problemleri hem teşhis, hem de tedavi eder. Dinin dahilde menfî tarzda kullanılmasına asla izin vermez. Çünkü din semâvî ve ulvî hakîkatleri hâvidir. “Otuz sene halife olan bir zat (Sultan Abdülhamid), menfî siyâset namına istifade edildi zannıyla şerîata gelen tecavüzü gördünüz.” ifadesi o kadar önemli ve dikkate alınması gereken bir söz ki; es geçildiğinde ve dikkate alınmadığında dine ve şerîata gelen zararlar yıllardır devam ediyor. Demek dinin dahilde, siyâset ve ticarette kullanılması menfî bir siyâseti netice veriyor. Bu sebeple de ehl-i din bu noktaya çok dikkat etmeli ve dine gelebilecek zarardan Allah’a sığınmalı, yılandan ve akrepten kaçar gibi kaçmalıdır. Mesele din ve şerîat olunca Bediüzzaman şahsın hatırını değil, hakkın hatırını âlî tutuyor. Menfî siyâset metodunu Sultan Abdülhamid de kullansa onun içtimâî ve siyâsî kusurâtını 3 şahsî faziletine kurban etmiyor. Öyleyse Bediüzzaman’ın bu duruşundan ve îkazından zamanımıza çok iyi dersler çıkarmamız gerekiyor. Çünkü şimdiki menfî siyâsetçilerin fetvalarından istifade edecek olan İslâm’ın en şedit hasmına, böyle bir fırsatı vermemek gerekiyor. O şedit hasma bu fırsat verilirse, o şedit hasım hançerini İslâm’ın ciğerine saplamaya devam edecek demektir. Bu hâl ise hasareti azim bir vebaldir.

Çok iyiler var ki, iyilik zannıyla fenalık yapıyor
Şüphesiz Sultan Abdülhamid hem kudretli bir padişah, hem de iyi niyetli bir siyâsetçidir. Fakat bu iyi niyet, iyi netice almaya yetmiyor. Bediüzzaman bu noktaya “Çok iyiler var ki, iyilik zannıyla fenalık yapıyorlar.” 4 diye işaret ediyor. “Nasıl iyilikten fenalık gelir?” sualine karşı da “Muhali talep etmek, kendine fenalık etmektir. Bir dağdan uçmak niyetiyle kendini havalandıran, parça parça olur.” 5 diye cevaplandırır. Niyet iyi olsa bile, uygulama kötü olduktan sonra, netice ekseriyetle felâket olabiliyor. Hele hele din ve İslâmiyet adına yapılacak kötü icraatların bedeli çok ağır bir şekilde Müslümanlar tarafından ödeniyor. İşte Bediüzzaman özellikle dikkatleri bu noktalara çekerek îkaz, ihtâr ve uyarılarını yapıyor. Halbuki dinin dahilde menfî tarzda istimal edilen tarz-ı siyâsete hiç ihtiyacı yoktur. Din olduğu gibi anlatılsa, ayrıca herhangi bir kuvvete, şiddete, baskıya ihtiyaç kalmaz. Gerçekte hiç ihtiyaç olmadığı halde, Abdülhamid tarafından tatbik edilen zayıf istibdad uygulamaları yüzünden, menfî siyâset tatbikatının neticesi olarak İslâm’a gelen tecavüz ve hücumlar önlenememiş, daha da şiddetlenmiştir. Netice itibarıyla tatbik edilen menfî siyâset, şiddetli bir istibdadı; şiddetli bir istibdadın da ileride istibdad-ı mutlakı netice verdiği bir hakîkattir.
Hafif ve az istibdadın, şiddetli ve kesretli yapılması
İki Mekteb-i Musîbetin Şahadetnamesi eserinde on birinci sualin ‘Elhasıl’ kısmında: “Şedit bir istibdat ve tahakküm, cehalet cihetiyle şimdi hükümfermadır. Güya istibdat ve hafiyelik tenasuh etmiş. Ve maksat da Sultan Abdülhamid’den istirdad-ı hürriyet değilmiş. Belki, hafif ve az istibdadı, şiddetli ve kesretli yapmakmış!” 6 Bediüzzaman hafif ve zayıf istibdad olarak kabul ettiği Abdülhamid yönetiminden sonra İttihad ve Terakkî yönetiminde “Şedit bir istibdat ve tahakküm, cehalet cihetiyle şimdi hükümfermadır.” 7 şeklinde daha şiddetli bir istibdad uygulamasını tenkit ediyor. Esas maksadın Abdülhamid’ten hürriyeti geri istemek olmadığını, hafif ve az (zayıf) istibdadı, şiddetli ve kesretli yapmak olduğunu ifadeyle her iki yönetim anlayışında da istibdadın devam ettiğini, şimdikinde ise daha şiddetlendiğini söylüyor. Hürriyet ve Meşrûtiyet ilân edildiği halde “hürriyet perdesi altında” daha şiddetli bir istibdadın hüküm sürmeye başladığını belirtiyor. Ayrıca “İstibdat ve hafiyelik tenasuh etmiş” sözleriyle dahilde kurulan “Hafiye Teşkilâtı” ile uygulanan sansür ve sürgün politikaları sayesinde, hem Sultan Abdülhamid’e, hem de onun şahsında mukaddes İslâm dinine karşı, zaman içinde şiddetli bir kin, öfke ve düşmanlık cereyanı meydana geliyor.
Dipnotlar:
1- Eski Said Dönemi Eserleri (Sünûhat), 2013, s. 496.
2- Eski Said Dönemi Eserleri (Sünûhat), 2013, s. 498.
3- Eski Said Dönemi Eserleri (Divan-ı Harb-i Örfi), 2013, s. 134.
4- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 232.
5- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 232.
6- Eski Said Dönemi Eserleri, 2013, s. 144.
7- Eski Said Dönemi Eserleri, 2013, s. 144.